26 Haziran 2009 Cuma

Sıcak Başlığıma Geçti!

.
Leş gibi sıcakta, ne yapacağımı bilmez vaziyette işten çıkmıştım. Şuursuzca Beşiktaş'a doğru yürümeye başladım. Aklımda sadece soyunmak vardı. Soyunmaktan başka bir şeye konsantre olamıyordum. Teşvikiye Caddesinde, öyle birdenbire soyunsam neler olabilir diye düşünmeye başladım. Çok geçmeden hiçbir şey olmayacağını anladım zira etrafımdaki herkes nerdeyse tamamen soyunuk vaziyetteydi. Buradan hadise çıkmazdı. Hanfendiliğime bok sürmemeye karar verdim.

Derken önüme o çıktı. O ki ne o. Of ki ne of. Oy ki ne oy. Boy desen boy, pos desen pos, göt desen göt! Adam kelimenin tam anlamıyla taş gibiydi. Acaba hepsi kendisinin miydi? Henüz sadece arkadan görmüş olsam da arka taraf önde neler olabileceğine dair gayet belirgin ve yeterli ipuçları veriyordu. Aklınıza hemen fesatlık gelmesin ipneler! Ben sadece ona sarılıp uyumak istiyordum :(

Üzerine geçirdiği ipince ve laplacivert tişörtünün altından sırtının kıvrımları belli olurken ben çoktan oralarda kaydırak yapmaya başlamıştım bile. Güneş beynimi yakmıştı, 3 kuruşluk aklımı da olay mahallinde bırakmak üzereydim. Niye böyle müstehcen düşüncelere gark olduğumu anlamaya çalışıyor ancak işin içinden çıkamıyordum. Galiba ben de insandım. Bunu farkedince sarsıldım tabi biraz ama çok sürmedi. Bari şu dünya gözlerimle iyice bi inceleyeyim mübareği derken elindeki kitabı gördüm. Eleman, Kafka'nın Dava'sını dolaştırmaya çıkarmıştı. O artık benim de davamdı. Bu dava uğruna her şeyi göze alır, gerekirse silahlı mücadeleye kadar vardırırdım işi. Dağlara çıkar, tehlikeli şiir okurdum icabında. Gözüm karaydı. Benim yerim sevdiceğimin yanıydı. Onunla evlenmeye karar verdim. Nasıl olsa çocuklarımız doğduğunda onun da bundan haberi olurdu. Evet. Ona milyonlarca çocuk doğuracaktım. Hiçbir spermini zayi etmeyecektim sevdiceğimin. Bir batında dünya nüfusunu hoplatacaktım adeta. Biz büyük ve mutlu bir aile olacaktık. O Yaşar Usta olacaktı. Ben zaten onca çocuğu doğurduktan sonra Adile Naşit olmakta pek güçlük çekmezdim. Kendimize bir de Şener Şen bulduk muydu gelsindi Neşeli Günler. Ama bunları düşünmek için henüz çok erkendi. Zira aklım çocuklarımızın üretim sürecinin ne kadar şahane olabileceğinde takılıp kalmıştı. Danrım bana neler oluyordu? Ne biçim anasını sattığımının kiraz mevsimiydi lan bu!

Evliliğimizin bu ilk dakikalarında ayaklarım yere basmıyormuş gibicesineydi. Herkesi kıskandıracak güzellikte bir çift olmuş, adeta birbirimiz için yaratılmıştık. Sevdiceğim bu hususta yorum yapmaktan kaçınsa da onun da benim gibi düşündüğünden son derece emindim. İbrahim Kutluay'ın ağzını açmasına fırsat vermeyen Demet Şener gibi olmuş, yolda yanımızdan geçen herkese bakışlarımla aşkımızın büyüklüğünü ve kutsallığını anlatmaya başlamıştım. Artık kaçarı yoktu, biz de Slav ırktan bir dadıya çocukları iteleyip birlikte pilates milates yapacaktık. Bütün hayatımızı organize etmiştim. Ne de olsa atalarımız, yuvayı yapma işini bizim cinse kastırmışlardı çoktan. Ama ziyanı yoktu, biz yeter ki mutlu olalımdı, ben hepsini hallederdim. Gerçi perde seçiminde biraz zorlandığımı itiraf etmeliyim.

Derken gitti. Bıraktı gitti! Beni milyonlarca çocuğum ve acaba öbürküsülerini mi alsaydım diye içime dert olmuş perdelerimle baş başa bırakıp gitti. Göz göre göre karşı kaldırıma geçti. Sevdiğim erkeği tanıyamıyordum artık. Durum gerçekten inanılır gibi değildi! Nasıl böyle birden bire değişebilmişti! Onun için yaptığım onca fedakarlıktan ve sarılarak uyuduğumuz o masum gecelerden sonra nasıl da böyle dımdızlak bırakabilmişti lan beni! Orospu çocuğu muydu neydi!

Yol boyu bu şoku atlatmaya çalıştım. Maçka Parkına gidip bir ağaca isimlerimizin baş harflerini kazıdım. Elemanın adı bence Osman'dı. Olsa olsa Osman olurdu o. Böyle düşünüyorum. Neyse işte. İçimdeki aşk acısı beni dişi Werther'e çevirmişti nerdeyse ve ben o yavşaktan gerçekten hiç hazetmezdim. Hemen bu işe bir çözüm bulmam gerekiyordu. Zaman her şeye ilaçtı belki ama geçmek bilmiyordu. Sanırım daha fazla direnemeyecektim. Deniz kenarına gidip kendi kendilerimi intihar etmeye karar verdim. Hem bu sıcakta da mis gibi serinlerdim hee. İyi düşündüm bunu. Yolda beni vazgeçirmeye çalışan kaslı maslı başka adamlar oldu, ama ben hala kimle sevişsem yine onu aldatıyordum :(

Yapacak bir şey yoktu. Hayatın sonundaki o ince kırmızı hatta gelmiştim artık. Ama filmin en heyecanlı yerinde canım dondurma çekti. Ölmeden kendime bi güzellik yapayım dedim. Ne de olsa onca yıllık kendimdim. Sevimli de bi şey, kıyamıyor tabi insan. "Al hadi al kerata" deyip dondurmayı elime verdim. Oha!! Bak bak şurdakinin aklına nasıl da pis pis şeyler geldi son cümleden sonra. Sigdirgit lan sen okuma bi daha beni ipne!

Sonra neyse işte bi serinlik geldi böyle bana. Aşk acım filan geçti. İntihar etmekten vazgeçtim.
Bitti.
.


24 Haziran 2009 Çarşamba

Boktan mevzular!

.
Benim bi yeğen var, adı Emre. Bundan sonra kendisinden Emre diye bahsettiğimde kimse şaşırmasın yani. Ayrıca ona hareket yapan hareketin Allahını görür! Tersim pistir. Yok yere sinirleniyorum işte böyle. Sonra da millet bi araba laf ediyor. Ya mevzu bu değil. Şu. Bizim bu Emre geçen sene motordan düşüp bacağını kırdı. Ama komple kırıldı bacak, kalçaya kadar alçıya aldılar. Yazın alnında hayvan gibi alçının içinde çürüdü tabi çocuğun bacağı. 2 ay filan geçti geçmedi aldı testereyi geldi salonun ortasına kesti alçıyı bu. Etrafa misk-i amber kokuları yayılacak değil ya, annem dedi ki, " öff Emre" dedi burnunu kapayarak, "bok böyle koksa kimse sıçmaz yemin ediyorum" dedi. Annemin o sözü efsane oldu sonra bizim arkadaşlar arasında. Böyle işte.

Bu lüzumsuz postu okuyup da ağzını yüzünü yamuşturan sevgili okurlarıma da bir çift sözüm olacak: Yapmayın evladım.
.

23 Haziran 2009 Salı

Ottan mevzular!

.
Bizim bi Hayati amca var, komşu bu. Kardeşimin en yakın arkadaşının babası. Neyse işte kardeşim diyor ki, Aylin diyor, Aylin der o bana çünkü adım bu! Neyse işte diyor Aylin diyor, bu Hayati amcanın diyor OT odası var diyor. Nasıl lan diyorum ben ona, böyle lanlı lunlu konuşuyoruz biz ailecek, işte diyor ki o da, lan diyor bildiğin OT odası. Adam diyor, adam derken Hayati amcayı kastediyor, diyor işte adam otları balya yaptırmış. Böyle balya balya dizmiş odaya diyor, 3 ineğe 5 ay yetecek kadar ot var onda diyor. Hani girip tırtıklamaya kalksan, tırtıklamak derken şey işte, şöyle sırt çantanı doldursan filan, ruhu duymaz diyor. Balya diyor!

Böyle işte. Bu lüzumsuz postu okurken ağızlarının suyu akan terbiyesiz okurlarıma da bir çift sözüm var: Yapmayın evladım.
.

20 Haziran 2009 Cumartesi

Böyledir. Şöyledir. Öyle değildir!


Bazı insanlar bir gün uyanırlar ve hayatları bombok olur.
Hastaneler ilaç ve kolonya ve beyaz önlük kokar.
Beyaz önlükler hep ölüm bakar.
Ambulansta çalınan şey şarkı değildir!
Ve sol şerit asla işgal edilmemelidir.

Bazı doğum günlerinde pasta kesilmez, biçilir!
Ve bazı insanlar ham iken yanar. Pişememek kronolojik bir eksikliktir.
Neyse ki Mevlana’nın gözü kusurda değildir.
Ama Darwin efendi bok yemiştir.
Çünkü bazı kuşlar uçmayı hiç öğrenemeyecektir.

Bazı fotoğraflar asla bakamayalım diye çekilmiştir.
Ben şimdi ağlamam çünkü saat 9.25 değildir.
Ve çünkü tüm 9.25’ler kısa namlulu bir silaha benzemektedir.
Akrep ve yelkovan organize çalışırlarsa ömre balistik bir hicran sirayet ettirebilir.
Yani bazı depremler 7.4’den daha şiddetlidir.

Anahtarlar hep kapılardan içeri girmek içindir.
Ve annem evimizi hep kırmızıya boyamak istemiştir.
Ama bazı ağaçlar selvidir. Selviler boyun'a doğru uzar.
Bazı ağaçlardan düşülür. Düşmek iyidir ama güzel değildir.
Ben babamı 5 yıl öncesinden ve sonrasından beri çok özlemekteyimdir.

Bazı yazılar alt alta yazılsa da aslında şiir değildir.
Bitmiştir!
Şimdi yine hiçbir şey olmamış gibi çay içilebilir.
.

Ulan Günlük!

.
Bugün efkarlıyım, açmasın güller ulan günlük!
.

19 Haziran 2009 Cuma

Kutub-u Şikeste


"Kuyulardır, derindir, içinde adam vardır.

Yusuf bile düşmüştür Aleyhisselam.."

18 Haziran 2009 Perşembe

Bir tatlının gözyaşları...

İşbu yazı, çok sevgili ve bir o kadar da adi "fevkalade olağan" biladerimin yazısıdır. Niye ben yayınlıyorum? Bu kısmı açıklayamayacağım kadar karışık. Ama az önce kendisinden adi diye bahsetmiş olmam siz sevgili okurlarıma bir ipucu vermiştir olsa gerek diye düşünüyorum.
Şöyle buyrun:

bazı icatlar var ki.. insanı düşünmeye sevk ediyor.. bu da ne sikimtırak bi giriş oldu.. gün geçmiyor ki bir gün daha geçmesin gibi bişey.. baştan alalım.. öhhühöhöm.. (bu bir boğaz temizleme efektidir..) (yazarken boğaz temizlemeye ne gerek var demeyin.. pis mi kalsın..)

kimi tesadüflerin hatta kazaların sonucunda farkedilen bi takım gerçeklerin daha sonra hayatımızda yer etmesi ilginç.. misal.. viagra.. bildiğim kadarıyla bu minik kaldıraç kalp hastaları için yapılmış ama ortaya çıkan yan etkisi amaçlananın çok daha fevkinde bi başarı olarak adını insanlık tarihine yazdırmış.. yazdırma sırasında altın harf kullanılıp kullanılmadığı hususunda hiç bi bilgim yok.. burda götümden sallayıp sizi yanıltmak istemem.. sonra arkamdan konuşursunuz.. ne kolpacılığımız kalır ne palavracılığımız..

şimdi siz sandınız ki bu yazının konusu viagra.. ve tabi ki ters köşe oldunuz.. çünkü değil cınım.. şu dakka kendimi izleyicisini kasten yannış yönlendiren ve filmin sonunda şaşırtan cin fikirli bi yönetmen gibi hissediyorum.. o ipnelere de sinir oluyorum he.. misal bi ususal suspect filmini hatırlayın.. biz gariban izleyici olarak önümüze konan sınırlı bilgiyle olayı çözmeye çalışıyoruz.. ama o ipne senarist taa sona kadar bütün gerçekleri saklayarak.. hatta çeldirici bi takım sahte ipuçları vererek bizi yanıltıyo.. filmin finalinde de vay efendim olay aslında çok farklıymış da bilmen ne.. bu düpedüz izleyiciyle dalga geçmektir ulan.. şimdi siz sandınız ki yazının konusu sinema ama tabi o da değil.. her ne kadar ben o yönetmen biladerimize ipne dediysem de.. sakın ha siz bana sizi kandırdığım için öyle bişey demeyin.. bak bozuşuruz.. hatta döverim.. dövemezsem de tükürür kaçarım..

sanırım siz de benim gibi bu yazının nereye bağlanacağını merak ediyosunuz.. sizi daha fazla merakta bırakmıyorum ve bombayı patlatıyorum.. kazandibi.. evet bildiğimiz yediğimiz sindirdiğimiz o tatlı olan kazandibi.. ben o tatlının bi kaza sonucu keşfedildiğini düşünüyorum.. sanki biri tavuk göğsü yaparken telefon çalmış.. arayan manitasıymış.. bunlar boş beleş sevgili muhabbetine dalmışlar.. tabi bu arada tavuk göğsünün dibi tutmuş.. ocakta tatlının olduğunu hatırlayan şaşkın aşıkımız "anaaaooov.. yandı gülüm tavuk göğsü.." diyerekten ve bade süzerekten mutfağa koşmuş.. tatlının dibinin yandığını görmüş ve fakat ben diyim pintiliğinden.. siz deyin emeğine kıyamamasından.. adının açıklanmasını istemeyen bi diğer kişi desin oburluğundan.. atmaya kıyamamış.. oturmuş bi güzel yemiş.. çok hoşuna gitmiş.. sonra bunu teyzesinin kızının alt komuşusunun avro gününde diğer hatunlara anlatmış.. onlar da denemiş.. herkes çok beğenmiş.. ve olaylar bugüne değin baya bi gelişmiş.. sonuç olarak biz de bu şahane tatlıyı yer.. mevsimine göre üstüne dondurma bile kor olmuşuz.. sonra işte herkesler çok mutlu olmuş.. kırk gün kırk gece kazandibi yemişler..

evet konu buydu işte.. çok şaşırın tamam mı..
.

11 Haziran 2009 Perşembe

Ulan Günlük!

.
Sigarayı bırakmak hiç iyi bir fikir değilmiş! Bunu farkettim. Bunun ayırdına vardım. Bu gözüme çarptı. Bundan etkilendim. Bunu benimsedim. Bundan çocuğum olsun istiyorum.

Sigarayı bırakma günlüğü şeklindeki yazılardan da çok sıkılıyorum. Yalnız şunu da farkettim, insan o durumda ondan başka bi şey düşünemiyor. Başka bir şey düşünemediğin için başka bir şey konuşamıyor ve yazamıyorsun da tabi. Onu da farketmem iyi oldu. Onu da farkedince gözüm daha bi açıldı. Onu da farkettiğim için artık daha sağlıklı düşünüyorum. Ama ondan çocuğum olmasın. Tavşan gibi üremenin lüzumu yok!!

Bi de şey oldu tabii, az biraz sinir hasıl oldu bünyede. Ama çok az, yani farkedilmiyor hiç.
"Ayrılık kolay değil, bunu gel de bana sor" diye bi şarkı çalıyor şu an içimde. Hah işte o sana girsin ulan günlük!
.

3 Haziran 2009 Çarşamba

Tımarhane Notları #6

.
Öğle yemeğinde "yaprak" sarma vardı. Ben yiyemedim.
Hemşire Nimet'in bir ziyaretçisi gelmişti. Adamın ağzı alnında olsa da yakışıklı sayılırdı. Nimet Hemşire, çayına süt, sesine işve katarak adama;
"Aaaa, bana Naymıt de amaaa" diyordu. O artık bir İngilizdi.

Anladım ki herkes kendini bir şey sanıyordu.
Ben herkesi bir şey sanıyordum.
Oysa kimse aslında o şey değildi.

Anladım ki ben hiçbir şey değildim.
Var değildim.
Yok değildim.
Hiç, hiç değildim.
Herkes beni ne sanıyorsa, işte ben o şey değildim.

Eğildim.
Ve sarma'dan arta kalan son yapraklarımı yerden topladım.
Artık ticaret yapmayacaktım.
.

Tımarhane Notları #5

.
Bu gece Doktor Fritöz nöbetçi. Cinai helezon lambasını açık unutmuş. Uyumadığımı görünce ciğerlerime liposakşın yaptı. Artık pastörizeyim.

Aklım lambada kaldı...
.

2 Haziran 2009 Salı

Tımarhane Notları #4

Nicedir susuyor olmamı iyi bir şey sanan Doktor Umuz, bir ödül vermek adına beni buranın seyyar yatıcısı ilân etti.Arada bir yatıyorum. Sair zamanda çeneme kuvvet.

Ben de, gömleğimin cebine alelade tıkıştırdığım yaprakları satmaya karar verdim. Şimdi titizlikle müşteri arıyorum. Ancak bir yanları uysa diğer yanları uymuyor. Yaprakların üstünde damar olduğunu kimse görmüyor. Hâl böyleyken satmaya kıyamıyorum.

Her adımımda bir yaprak zayi oluyor.
Koridor uzun...
Ticaretten zerre anlamıyorum.
Birinin bunu Doktora söylemesi gerek.
.