17 Şubat 2021 Çarşamba

Bıktım

 

“Siz ne derseniz deyin, ben bıktım. Nah burama geldi.

Neredeyse öfkeden, çaresizlikten boğulacağım.

Kendimi kandırmaya çalışıyorum. İyi olacak, iyi olacak!

Başkalarını da kendimle birlikte kandırmaya yöneltiyorum belki, iyi olacak, iyi olacak.”*

 

Bıktım. Neşeli, güneşli hikâyeler anlatmak isterken buna izin vermeyen tüm bu koşullardan bıktım. Patlayan bombalardan, patlama ihtimali olan bombalardan, ölenler için ağlamaktan, ölür müyüz diye ağlamaktan, genel olarak ağlamaktan bıktım. Parçalanmış insanlar denmesini, vücut bütünlüğü sağlanamayan cesetler denmesini normalmiş gibi karşılamaktan bıktım. Ölenlerin sadece sayı olmasından, sayı yetersizse mühim bir hadise yerine konmamasından, yeterliyse birkaç gün içinde unutulmasından bıktım. Büyük büyük büyük adamların sırayla televizyonlara çıkıp kocaman kocaman laflar etmelerinden, tüm bu olanları ancak ve sadece esefle kınamalarından, bunu yaparken de kirpiklerinin dahi titrememesinden bıktım.

Eteğinin boyuna, kahkahanın tonuna ve saymaktan ar edeceğim daha nice nice şuyuna buyuna laf eden ahlak yaygaracılarının, karşılarına çıkan her şeye uçkur çözdüren sapıklıklarından bıktım.

Sevdiklerime her bakışımda, acaba bu son bakışım mı diye düşünmekten, sürekli diken üstünde oturmaktan bıktım. Yaşamayı bu kadar severken yaşayacak dermanı bulamamaktan bıktım. Şans eseri bir şeye sevinecek olsam, başka şeyler için üzülenler var diye utanmaktan bıktım. Çaresizlikten, çıkışsızlıktan, umutsuzluktan bıktım.

Geçenlerde meyve sebze alışverişi için pazara gittim. Marul alıyordum, tezgahın önüne bir kadın geldi, muhtaç olduğu her halinden belli. Satıcıya dedi ki “Bana o yapraklardan biraz verir misin?” Arka taraftaki çürümüş ve çöp diye ayrılmış marul yapraklarını kastediyordu. Anlıyor musunuz? Çöp yani. Pazar toplanırken satıcı tarafından konteynıra kadar götürülmeye bile tenezzül edilmeyecek artıklardan söz ediyorum. Adam “Veremem başka kapıya,” dedi. Böyle dimdik tek nefeste ve kesin bir kararla. İnanamadım. Ben adamla, niye vermiyorsunuz manyak mısınız zaten atmayacak mısınız onları diye kavga ederken kadın gitti. Adam ne cevap verdi biliyor musunuz? "Verirsem alışıyorlar sonra hep geliyorlar." İnsandan değil de köpekten bahseder gibi. Senin marulun da insanlığın da yerin dibine batsın. Ben bıktım. Birilerinin üstüne basa basa yukarı çıkmaya çalışanlardan bıktım. Kendileri hiç ezilmemiş gibi, fırsat buldukları ilk anda düşene tekme atanlardan, göz göre göre büyüyen bu vicdansızlıktan bıktım. Bir şeye sahip olmayanın sefilliğinden değil, olanın rezilliğinden bıktım.

Bizim bir Fatma Teyze vardı. Oğlunu çok genç yaşta trafik kazasında kaybettikten sonra hafiften aklı gitti. Zaten biliyorsunuz, aklı olan delirir. Neyse işte, Fatma Teyze o günden sonra bahçesine ektiği her çiçeği, her ağacı "Oğlum" diye diye sevdi. Öyle ki, kısa sürede, yas tutmak için kurulmuş o bahçe, rengârenk çiçekleri ve meyveleriyle, önünden geçen herkesi neşelendiren bir hale geldi. Birkaç yıl önce öldü Fatma Teyze. Dediklerine göre oğlunun yanına gitti. Ama kızı, kendisine miras kalan o bahçeyi, göz yaşları ve ağıtlarla satır satır, ilmik ilmik işlenen o bahçeyi, tek gecede, baltalar ve kepçelerle dümdüz etti. Ben bıktım. Bu hatırsızlıktan, bu hatırasızlıktan, bu dümdüz kaba saba izansızlıktan bıktım.

Diğerlerinin yanında önemsiz kalır ama; otobüste koltuğunu teklifsizce arkaya yatıran, ayakta insanlar beklerken boş sandalyeleri çantalarıyla doluşturan, selam verdiğinde suratına sığır gibi bakan, markette kasiyere, mağazada tezgahtara, apartmanda kapıcıya it gibi davranan, özür dilemeyi güçsüzlük sayan, lütfen demeyi ağzına yakıştıramayan, teşekkür etmekten haberi olmayan, parasını ödediği her şeyin sahibi olduğunu sanan bu işgalci, bu nezaketsiz, bu üslupsuz kalabalıklardan da bıktım.

İyi şeyler, kendileri ve başkaları için faydalı şeyler yapmak isteyen insanlara "Ne kıymeti var ki" diye düşündüren her şeyden, tüm heveslerin kursakta bırakılmasından bıktım.

Kâbuslarla uyumaktan, harap bitap uyanmaktan, elimden bir şey gelmediği için kendimi suçlamaktan bıktım. Hiçbir yere boşaltamadığım bu öfkenin namlusunu her seferinde kendime doğrultmaktan bıktım. En ufak bir coşku ve istek duymadan sırf mecbur olduğum için çalışmaktan, robot gibi yaşamaktan bıktım. Etrafımdaki herkesin aynı yorgunluğu taşıdığını görmekten, içimdeki boşluktan, içi bomboş bakışlarla karşılaşmaktan bıktım.

Bir yolunu bulup gidecek olsam bırakacaklarımı, kalacak olsam yaşayacaklarımı düşünmekten bıktım.

Her şeyin üstesinden geldim de, bu ülkenin altında kalmaktan çok bıktım.

 

“Ben sevgiden, sevinçten söz açmak istemez miyim,

delice, çılgınca, içim taşa taşa, bir sevinçten söz açmak istemez miyim?

Ben sevinçli adamım.

Bu dünya böyle olmasa, böyle kara, karanlık olmasa, ben sevinçten taşar coşardım.”*

 Nisan, 2016

*Alıntılar Yaşar Kemal’in Sevmek, Sevinmek, İyi Şeyler Üstüne isimli kitabından.