28 Ekim 2009 Çarşamba

Paranoyak olmam, herhangi bir anlama gelmez!

.
İçerde bir adam vardı ve ben bunu farkettiğimden beri yerimden kımıldayamıyordum. Bozuk pencere kilidini tamir etmeye bir türlü gelemeyen ustaya küfür etmekle başımdaki bu beladan kurtulmam mümkün değildi. Niyeti sadece hırsızlık bile olsa onunla karşılaştığım anda mutlaka bir delilik yapacaktı. Ki bu, en iyimser tahmindi. Mahalleli, daha yeni taşınmış olmama rağmen yalnız yaşayan, kendi halinde biri olduğumu biliyordu. Bu ecdadını siktiğim de herhalde eve girmeden önce bir zemin etüdü yapmıştırdı. Demek ki pis bir sapıktı bu. Irzıma, iffetime halel getirmek için eve girmişti. Bu arada halel de ne acayip kelimeydi lan. Daha önce hiç böyle düşünmemiştim. Ancak şimdi kelime çağrıştırmakla kaybedecek zamanım yoktu. Acil bir çıkar yol bulmalıydım. İçerdeki hayvan, burnuna dayadığı donlarımla töbe yarabbim şeylerini kurcalaya kurcalaya yanıma gelip beni tenhalara kıstırmadan önce, zekice bir plan yapıp kaçmalı ve hatta adamı kıskıvrak yakalatmalıydım. Ama bu hikayeden sıkıldım ve bugün bir arkadaşım sayesinde gördüğüm yeni bir imaja bürünmüş İzzet Yıldızhan korkunçluğunda tasarladığım bu karakteri, kafamın içindeki başka bir öykünün senaryosunu ezberlemesi için, yine kafamın içindeki figüranlar kahvesine gönderdim. Çaylar bendendi.
.

14 Ekim 2009 Çarşamba

Her ses haddini bilecek!

.
İçimden bir ses yazmam gerektiğini, yazmak için bundan ideal zaman bulamayacağımı, boş boş oturmakla bir yere varamayacağımı söylüyordu. Hiç kulak asmayıp yeni bağlattığım kablo tv kanalları arasında matematiksel bir döngü kurarak hareket etmeye devam ettim. Sıkıntıdan uydurduğum bir oyundu bu. Randomize seçtiğim kanallardan birindeki son cümleyi, bir diğerindeki ilk cümleye bağlayarak, dünyanın en lüzumsuz ve saçma kolajını yapıyordum. Beynim bir bok yiyordu ama ben henüz bunun nedenleri ve sonuçları üzerinde düşünme zahmetine girmiyordum. Yoksa yalnız yaşamak öyle çok süper şahane bir şey değil miydi lan? Göz göre göre delirecek miydim? Tanrı aşkına dostum bu harika olurdu. Ama yok, delirecek adam bunları düşünmez, öpecek olan yanak koordinatları istemezdi. Bunlar hep bilimsel gerçeklerdi. İçimdeki ses, "siktirtme lan biliminin yollarını, otur yaz işte" diye sert yaptı. "Hey dostum sakin ol" dedim. Oldu. Nihayetinde ikna kabiliyeti kuvvetli biriydim. Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır sözündeki pornografik çağrışımı ilk kez farketmem de aşağı yukarı aynı ana denk geldi. Ohaydı. Kimi atalarımız gerçekten çok sapıktı lan. "Böyle bir kavme edebiyat yapmak istemiyorum" şeklinde bir artizlik yaptım. İçimdeki ses, alaycı Suzan Avcı kahkahaları atarak beni aşağıladı. Porselen dişlerinin arasından "Sen kim edebiyat yapmak kim lan zaten dingil!" demesi beni biraz demoralize ettiyse de hanfendiliğime bok sürmeyerek kendisini ciddiyete davet ettim. Gelmedi. İkna kabiliyetim de bir yere kadardı. Bu arada içimdeki sesin dişlerinin olmasını neye yoracağımı bilmiyordum. Çok korkunçtu. Bir çıkış yolu bulmalı, kendisini yerin dibine, itin götüne ve başka bir takım deliklere sokmalı, o dişleri eline vermeliydim. Lanet olsun dostum çok sinirlenmiştim. Hemen, yeni yazmaya başladığım polisiye romanımın ilk iki satırını gösterdim. Bunu göstererek ona gününü de göstermeyi planlamıştım. İçimdeki sesi "göstermek" parantezine alıp bir süre çenesini kapamak ve kolaj oyunuma devam etmek istiyordum. Ama o bunun yerine şu anda dilimin ucuna kadar gelip de ismini hatırlayamadığım başka bir Yeşilçam kötü kadını kahkahası koyvermeyi seçti. Buradan çıkarabileceğim tek bir sonuç vardı: Demek ki içimdeki ses bir kadına aitti. Vay anasınıydı. Şimdi taşlar yerine oturuyordu işte. Hayatım boyunca bu gizi çözmeye çalışmış, ancak hep yanlış yerlerde dolaşmıştım. Demek... Ya saçmalamayın. Ciddi ciddi sırrın burada olduğunu düşünüyorsunuz siz de ulan sayın okurlar, pes yani. Bunda şaşılacak ne var! Ben kadın bir insan olduğuma göre içimde bir Murtaza abi besleyecek değilim herhalde. Tamam sesim biraz borusan olabilir ama o kadar da değil yani. Bak yine konudan uzaklaştırdınız beni, girmesenize lan araya!

Devam edelim. İçimdeki ses polisiye romanımın ilk ve son iki satırını gördükten sonra abdesti bozulana kadar güldü. Hassiktir. İçimdeki ses dininde imanında porselen dişli bir kötü kadına dönüşmüştü. Ne acayip bir bileşimdi lan bu? "Siktiminin heterojeni, ne gülüyosun lan!" diye asabi bir çıkış yaptım. Asabi çıkışlarda üstüme tanımazdım zaten. Üniversitedeyken komikçi arkadaşlarım, bir yılbaşı müsameresinde, sikko sikko boyadıkları bir Pringles kutusunu "yılın en iyi asabi çıkışı" ödülü olarak bana layık görmüşlerdi. Hayattaki en muazzam başarımın bu olması biraz acıklı tabi.. Neyse neyse. İçimdeki ses akıllı olsundu lağğğn!! Süper bir roman yazmıştım işte. En taşaklı yayınevlerinden biri bu yapıtımı sarsıcı, olağanüstü ve son derece eleştirel ve hatta ironik bulacak, ilk sayfada ilk cümlem, son sayfada son cümlem olacak şekilde dizgiye verecek ve ülkenin hatırı sayılır entellerinden birine arka kapak yazdıracaktı. Kurgu muhteşemdi. Başını ve sonunu tayinden aciz olduğumuz ömrümüzün boşluklarını nasıl kendimiz dolduruyorsak, romanın boşluklarını da okuyucu dolduracaktı. Ve bu boşluğu doldurdukları için artık onlar da birer yazar olacaktı. Vatanımı milletimi de düşünüyordum yani. Gül gibi istihdam alanı yaratacak, muasır medeniyetler seviyesine kombine bilet ayarlayacaktım. Kurduğum bu algoritmayı anlatırken içimdeki sesin gülmekten gözlerinden yaş gelmesi bile beni bu haklı mücadelemden vazgeçirmeye yetmedi. Ama osurması yetti. Osurdu lan. Resmen gülerken osurdu. Bu kadarına katlanamazdım artık. Kendisine; görgü kuralları, benim için küçük ama insanlık için büyük adımlar, Aynştayn için "okumaz bu çocuk, gidin buna mahalleden bir karı bulup evlendirin" diyen öğretmen, Timuçin Esen'in maruz kaldığı magazin terörü ve küçük baş hayvanları kızıştırma zamanı hakkında, Ezel'deki Tuncel Kurtiz nasihatleri tadında bir nutuk çektim. Çok duygulandı. Elimi ayağımı öpmeye kalktı ama yüz vermedim. Aklını başına toplaması için onu bir süreliğine 12 parmak bağırsağıma hücre hapsine gönderdim.

Sonra bir sessizlik oldu. Kablo tv kanalları arasında fink atmaya devam ettim.
.

8 Ekim 2009 Perşembe

Kabarabilirsin Kel Fatma!

.
Buna inan! İnanmak başarmanın yarısıdır. İstersen her şeyi yapabilecek güç var sende. Mutluluğu uzaklarda arama. Mutluluk kanatlarında.
Öncelikle kendini sevmeyi öğrenmelisin. Sabah uyandığında aynaya bakıp gülümse mesela. Kendine kocaman bir günaydın de. Sonra bahçeye çık ve doğayı selamla. Yaydığın pozitif enerji mutlaka sana geri dönecektir. Hayatını güzelleştirmeye önce kendinden, sonra da kümesinden başla. Elbette yürüdüğün bu kutlu yolda seni yıldırmaya çalışanlar, annen güzel sen çirkin diyenler çıkacaktır. Ama sakın pes etme!! Zira kabarabilirsin Kel Fatma!

Şimdi bak canım okur. Ben bu kişisel gelişim siki işlerine gerçekten çok uyuz oluyorum. Bunları okuyup da bir reçeteymiş gibicesine uygulayan insanlardan itinayla tiksiniyorum. Kendisini sevenlere katlanamıyorum. İnsan olan kendisini sever mi lan! Tamam, atsan atılmaz satsan satılmaz bi şeydir sonuçta insanın kendisi. Çiğ sütü de dayamış analarımız ağzımıza. Ama birlikte yaşamaya alışırsın en fazla, ötesi yok. Kötü bir evlilik gibi düşün. Karşıma bunlarla çıkma, okur mokur demem ağzını burnunu kırarım. Tersim pistir.

Yaa bak hemen suratını astı orda biri. Yok lan yok sana demedim. Kullanılmayan organlar küçülür tezinin ispatı bi takım arkadaşlarım var da ondan dellendim.

Neyse şeyapmiyim daha fazla. Dediklerimi unutmayın. Öpüyorum nöronlarınızı. Canlarım.

Laaağn!
.

6 Ekim 2009 Salı

Münferit Telkin!

.
Koşma. Dur. Sakin ol!

Kaçan bir şey yok. Başka bir hayat yok. Maruz kalacaksın. Taarruzun sonu yok.

Sokaklara çık. Çocukların yüzüne bak. Yaşlıların yüzüne bak. Onlardan büyük milli eğitim bakanlığı yok.

Önemseme. Unutmaman gereken çok az şey var. Geçmiş geçti. Bugün geçiyor. Yarın geçecek. Zamanın sonu yok.

Dahil olma. Üstünde durma. Çok soru sorma. Sorularının cevabı yok.

Kimseye kızma. Kimseyi üzme. Kimseye değme. İki kişinin sığacağı herhangi bir ömür yok.

Acziyetini bil. Kendini bil. Haddini bil. Bilmekten usanma. Oku. Sayfalara sıkışma. Ağacı oku. Toprağı oku. Suya bak. Göğe bak. Dinle. Anla. Dur.

Koşma. Dur. Sakin ol!

O taş ordaysa ordadır. Değiştirecek kudretin yok. Elinden gelen bir şey yok. Hiçbir dilde izahı yok.

Mütevazı olma. Ukalalık yapma. Herkes kadarsın. Değişik bir şey yok. Mertebe atlamanın gereği yok. Mesela şimdi, dünyanın herhangi bir yerinde ölen herhangi bir osuruk böceği için farkeden bir şey yok.

Rabıta sadece akıl ve yürek arasında. Başka yollar aramanın lüzumu yok.

Koşma. Dur. Sakin ol. Sakin ol. Sakin ol...
.