27 Nisan 2010 Salı
Tımarhane Notları / Atlarla Dans!
Koşuyorum. 4 ayağım var ve ikisi nalsız. Nalsız ayaklarım koşarken çok acıyor çünkü çünkü taşlar battıkça ah.. Bilemezsin. Ayak seslerimin, koşarkenki ayak seslerimin bir ritmi var ve bazen bir ritmi yok. Eğer seslerin bir ritmi yoksa yani her şey birbirine karışıyorsa yani mesela koşuyorsan ama sanki kayık gıcırdıyor gibi oluyorsa ve bazen de motor sesi ama boğulan motor sesi yani birazdan duracak ama bir türlü durmuyor ve keşke dursa Allah kahretsin dursa! Ve eğer durmuyorsa!
Hala koşuyorsan, nallarının ikisi yoksa ama beri yandan da iki nalın varsa ve etrafın hiç nalı olan insanlarla doluysa… Koşuyorsan… Nalları olmayan insanlara nalların yokmuş gibi davranıyorsan ama bazen umumi bir tuvalete girip nallarından özür diliyorsan ve böyle olsun istemezdim diyorsan çünkü sahiden böyle olsun istemiyorsan... Koşuyorsan… Gövdenin içinde hangi organlarının kaldığını bilmiyorsan ve aslında bunu bilmediğini bile bilmiyorsan ama sonra biri gelip sana bir kalbin olduğunu hatırlatıyorsa ve hatırladığın anda kalbin çarpıyorsa ve o öyle çarpıyor diye sen korkuyorsan… Korkmuyorsan! Başka şeylerden çok fazla korkmuşsan ve artık sadece bundan korkmak istiyorsan yani korkmamak gibi bir lüksünün olmadığının farkındaysan ama artık korkularının ismi değişsin diye yalvarıyorsan ve kime yalvardığını bile bilmiyorsan ve bunu umursamıyorsan çünkü hiçbir yalvarışın işe yaramadığını görmüşsen ve görmez olsaydım demişsen ve artık gözlerinden vazgeçmişsen…
İnatla koşuyorsan… Hiçbir sesin sana yetişemeyeceği hızda koşmaya çalışıyorsan ama sesler de koşuyorsa ve sesler çok hızlıysa ve sen ışığın sesten daha hızlı olduğu bilgisine sahipsen ama ışık değilsen! Işık değilsen çünkü kulakların varsa ve kulakların koşarken de duyuyorsa ve kulakların keşke ayaklarının altında olsa ve böylece aklından en uzakta tutulsa! Ama tutulmuyorsa!
Yani sesler bu kadar yakınsa ve sen duymamak için daha da hızlı koşuyorsan ve koştukça ağırlaşıp kendini taşıyamıyorsan ama durmuyorsan çünkü durursan ne olacağını bilmiyorsan ve bilmemek karanlıksa… Ve bilmemek karanlıksa ve etrafın karanlıksa ve sen körsen ve kör gözlerinle ve karanlıkta ve aslında orda olmayan kapkara bir atı arıyorsan… Elbette bulamıyorsan ama ya bulursan!
Yani ya bulursan diye ısrarla koşuyorsan… Koşmaya devam edebilmek için kendi kendini kamçılıyorsan ve kamçıların yalandansa ve artık daha fazla yalana ihtiyacın varsa ve aslında hiçbir yalan seni ikna etmiyorsa! Hiçbir yalan seni ikna etmiyorsa ve seni ikna edecek bir yalan bulmak için canını vermeye hazırsan ve yani sen de bir can taşıyorsan ama bunu bir türlü ispatlayamıyorsan ve zaten artık ispatlamaya da çalışmıyorsan çünkü yorulmuşsan ve faydası olmadığını anlamışsan…
Ama yine de bile bile koşuyorsan… İçinde atlar varsa... Yeleleri boynuna dolanıyorsa ve o yeleler dolandığı yeri alabildiğine sıkıyorsa ve ayaklarının altından tozlar yükseliyorsa ve göz gözü görmüyorsa ve ağzın köpürüyor ve nefesin kesilecek gibi oluyorsa… Ve nefesin kesilecek gibi oluyorsa ve bacakların titriyorsa ve karnın çatlıyorsa ve kanın damarlarına sığmıyorsa ve ellerin yoksa çünkü 4 ayağın varsa ve patlayacak kadar şişen damarların o yelelerin dolandığı boynundaysa ve dişlerin boynunun yakınlarındaysa ve koşman lazımsa ve sen artık koşamayacaksan o kan o damardan akmadıkça!!
Boynumdaki diş izleri bu yüzden Doktor.
------------------------------------------------------
Not: Bu yazı, İran asıllı şair Haşim Hüsrevşahi tarafından Farsçaya çevrilip şurada yayınlanmıştır.
.
16 Nisan 2010 Cuma
Bazen böyle
.
Seni merak ettim, dedi. Şaşılacak şey değil. Sizi seven bir adam, sizi merak eder. Uzun zamandır görüşmüyorduk. İzimi kaybettirmeyi becerebiliyorum hâlâ. Bu adil değil, haklısınız. İnsanları tedirgin etmek doğru değil. Ama ben yalnız ölmeyi seviyorum. Yapacak bir şey yok.
Yemek yiyor musun, dedi. Sizi seven bir adamla sevmeyen bir adamın soruları arasında fark vardır. Bu soruyu en son ne zaman duydum? Hatırlayamamak ne fena. İçimden ağlamak geldi ama paketimi bitirdiğim günden sonra ağlamayı bıraktığım için vazgeçtim. Yiyorum, dedim, köpek gibiyim endişelenme. Köpek gibi olduğum doğru.
Bahçesindeki çiçekleri anlattı bana. Benim için diktiği armut ağacının nasıl serpildiğini filan. “Armut biraz ironik değil mi?” dedim. Öyle düşünmediğini söyledi. Öyle düşünmez zaten. Ben olsam düşünürüm belki ama o düşünmez. Onunla aramızda şöyle bir fark var:
O, iyi biri.
Ben, kötü biri değilim.
Sormasa anlatmam. Sordu, yine de anlatmadım. Kaybettiklerimi duyunca kendini kötü hisseder çünkü. Sizi seven bir adamın başka bir farkı da budur. Siz kaybettikçe o eksilir. Eksilmesini istemedim, gerek yok. Yakın bir zaman önce babasını kaybetmiş meğer. Duyunca eksilmedim. Baş etmenin bir yolunu bulacak nasılsa, herkes bulur.
Beni özlediğini söyledi. Biri bana bunu söylediğinde taş kesiliyorum, kim olursa… Çünkü ben kimseyi özlemiyorum. Hayatta veya kendinde olmayanlar hariç. Böyle olduğu için üzülmeli miyim? Böyle olduğu için üzülmedim. Ama “Üzgünüm” dedim. Bu beni kötü bir yalancı yapmaz. Üzgündüm çünkü beni özlüyordu. Aslında üzgün de değildim. Belki de bu beni kötü bir yalancı yapar.
“Saçların uzadı mı?” dedi. Sizi seven bir adam saçlarınızı…
Saçlarım uzadı. O elbiseyi yine giyiyorum bazen. Hâlâ bağıra çağıra şarkı söylüyorum, sabah kalkmamak için yüzlerce bahane buluyorum, yeri gelince ağız dolusu küfrediyorum filan. Artık kimsede eskisi kadar iz bırakmıyorum ama. Bırakırsam kaybettiriyorum. Kaybettiremediysem cinayet mahalline dönüp yaptığım şeye bakıyorum. Eserimle gurur duymuyorum ama başka bir şey de hissetmiyorum. Bir sigara yakıp yürümeye devam ediyorum. Çünkü umurumda değil. Çünkü üzgünüm, ama umurumda değil.
.
Seni merak ettim, dedi. Şaşılacak şey değil. Sizi seven bir adam, sizi merak eder. Uzun zamandır görüşmüyorduk. İzimi kaybettirmeyi becerebiliyorum hâlâ. Bu adil değil, haklısınız. İnsanları tedirgin etmek doğru değil. Ama ben yalnız ölmeyi seviyorum. Yapacak bir şey yok.
Yemek yiyor musun, dedi. Sizi seven bir adamla sevmeyen bir adamın soruları arasında fark vardır. Bu soruyu en son ne zaman duydum? Hatırlayamamak ne fena. İçimden ağlamak geldi ama paketimi bitirdiğim günden sonra ağlamayı bıraktığım için vazgeçtim. Yiyorum, dedim, köpek gibiyim endişelenme. Köpek gibi olduğum doğru.
Bahçesindeki çiçekleri anlattı bana. Benim için diktiği armut ağacının nasıl serpildiğini filan. “Armut biraz ironik değil mi?” dedim. Öyle düşünmediğini söyledi. Öyle düşünmez zaten. Ben olsam düşünürüm belki ama o düşünmez. Onunla aramızda şöyle bir fark var:
O, iyi biri.
Ben, kötü biri değilim.
Sormasa anlatmam. Sordu, yine de anlatmadım. Kaybettiklerimi duyunca kendini kötü hisseder çünkü. Sizi seven bir adamın başka bir farkı da budur. Siz kaybettikçe o eksilir. Eksilmesini istemedim, gerek yok. Yakın bir zaman önce babasını kaybetmiş meğer. Duyunca eksilmedim. Baş etmenin bir yolunu bulacak nasılsa, herkes bulur.
Beni özlediğini söyledi. Biri bana bunu söylediğinde taş kesiliyorum, kim olursa… Çünkü ben kimseyi özlemiyorum. Hayatta veya kendinde olmayanlar hariç. Böyle olduğu için üzülmeli miyim? Böyle olduğu için üzülmedim. Ama “Üzgünüm” dedim. Bu beni kötü bir yalancı yapmaz. Üzgündüm çünkü beni özlüyordu. Aslında üzgün de değildim. Belki de bu beni kötü bir yalancı yapar.
“Saçların uzadı mı?” dedi. Sizi seven bir adam saçlarınızı…
Saçlarım uzadı. O elbiseyi yine giyiyorum bazen. Hâlâ bağıra çağıra şarkı söylüyorum, sabah kalkmamak için yüzlerce bahane buluyorum, yeri gelince ağız dolusu küfrediyorum filan. Artık kimsede eskisi kadar iz bırakmıyorum ama. Bırakırsam kaybettiriyorum. Kaybettiremediysem cinayet mahalline dönüp yaptığım şeye bakıyorum. Eserimle gurur duymuyorum ama başka bir şey de hissetmiyorum. Bir sigara yakıp yürümeye devam ediyorum. Çünkü umurumda değil. Çünkü üzgünüm, ama umurumda değil.
.
12 Nisan 2010 Pazartesi
Yedik bir bok!
.
Şimdi şöyle oldu. Biri benim na şu yan tarafta gördüğünüz mail adresime "2010 Blog Ödülleri" zımbırtısına katılmam falan filanla ilgili bir davet gönderdi. Gördüğünüz gibi aranızda insan olanlar da var. O mail adresini haybeden vermedik size di mi!! Bir günden bir güne de gelip Entel'im moralmanların nasıl, bir şeye ihtiyacın var mı, istersen gelip ütü yapalım, evi temizleyelim ya da ne bileyim, yemek filan yapalım, hadi bunları da geçtim, tanıdığım çok yakışıklı arkadaşlar var filan diyeniniz yok! "ahuahauhauha" diye mail atmış geçen biri. "ahuahauhauha" diye mail mi olur lan! Siz hayvan gibi gülesiniz diye mi yazıyorum ben bunları!
Her neyse işte. Biri mail atmış ve o kişinin ismi D.T. değil. Çünkü neden? Çünkü D.T. azılı bir hırsız ve bilomun, benim bir de T&T Durden biraderlerin bloglardan araklayıp Facebook'ta şurda burda dana kadar reklamlarını yapıp kendi yazmış gibi artizlik yapıyor. D.T.'ye karşı çok kinliyim. D.T.'nin ağzını burnunu gömçürtesim geliyor. Kendisini 6 ay içinde aleme rezil rüsva etmeyi düşünüyorum. Bilom 1 yıl içinde hallederim ben o işi dedi. Çünkü o tembel. "Sen çok tez canlısın bilom" dedi bana. Bence haklı. Hülasası maili D.T. göndermedi. Siz şimdi bu maili R.Ç. gönderdi filan da sanırsınız hee, çok safsınız olum. R.Ç. gönderir mi hiç? R.Ç. gönderse kendisini ifşa etmiş olur. Nasıl desin insancık? "Entel hanım blog ödüllerine aday olun, hayır siz olmazsanız ben olucam çünkü sizin blogun aynısından bi tane de ben yaptım" mı desin? Diyemez. O yüzden başka biri dedi ve onun kim olduğundan size ne kahrolasıcalar!!!
Kıvama geldiyseniz sonuca bağlıyorum. Nihayetinde ben bu blog ödülleri işine aday oldum, yedim bi bok yani. Oysa şimdi çok pişmanım. Zaten bence hakem taraf tutuyordur kesin. O değilse politik molitik bi durumlar vardır. O da değilse hamili kart yakinidir birilerinin. O da değilse siz ibnesinizdir ve bana oy vermemişsinizdir!! Niye oy vermiyorsunuz olum bana! Okurken iyi ama di mi!! İnsan değil misiniz!! Böyle mi olduk şimdi! :/
Bakın buraya yazıyorum, eğer o dangadungadan ödül alamazsam blogu yakarım! Komple yok ederim buraları. Bir daha da ok, pls, tsk, kib dışında bir şey yazmam!! Şaka la yazarım. Ama olsun, siz yine de oy verin. Beynime kan sıçratmayın benim!
Aha da adres şu: İnsan okusun diye yazıyoruz bunları!
Öbüyorum parmak uçlarınızı. Ya saçmalamayın niye öbeyim sizin pis parmak uçlarınızı! Canlarım :)))))
İstanbul hanfendisiyim.
Sevgilerimle...
Entel...
.
Şimdi şöyle oldu. Biri benim na şu yan tarafta gördüğünüz mail adresime "2010 Blog Ödülleri" zımbırtısına katılmam falan filanla ilgili bir davet gönderdi. Gördüğünüz gibi aranızda insan olanlar da var. O mail adresini haybeden vermedik size di mi!! Bir günden bir güne de gelip Entel'im moralmanların nasıl, bir şeye ihtiyacın var mı, istersen gelip ütü yapalım, evi temizleyelim ya da ne bileyim, yemek filan yapalım, hadi bunları da geçtim, tanıdığım çok yakışıklı arkadaşlar var filan diyeniniz yok! "ahuahauhauha" diye mail atmış geçen biri. "ahuahauhauha" diye mail mi olur lan! Siz hayvan gibi gülesiniz diye mi yazıyorum ben bunları!
Her neyse işte. Biri mail atmış ve o kişinin ismi D.T. değil. Çünkü neden? Çünkü D.T. azılı bir hırsız ve bilomun, benim bir de T&T Durden biraderlerin bloglardan araklayıp Facebook'ta şurda burda dana kadar reklamlarını yapıp kendi yazmış gibi artizlik yapıyor. D.T.'ye karşı çok kinliyim. D.T.'nin ağzını burnunu gömçürtesim geliyor. Kendisini 6 ay içinde aleme rezil rüsva etmeyi düşünüyorum. Bilom 1 yıl içinde hallederim ben o işi dedi. Çünkü o tembel. "Sen çok tez canlısın bilom" dedi bana. Bence haklı. Hülasası maili D.T. göndermedi. Siz şimdi bu maili R.Ç. gönderdi filan da sanırsınız hee, çok safsınız olum. R.Ç. gönderir mi hiç? R.Ç. gönderse kendisini ifşa etmiş olur. Nasıl desin insancık? "Entel hanım blog ödüllerine aday olun, hayır siz olmazsanız ben olucam çünkü sizin blogun aynısından bi tane de ben yaptım" mı desin? Diyemez. O yüzden başka biri dedi ve onun kim olduğundan size ne kahrolasıcalar!!!
Kıvama geldiyseniz sonuca bağlıyorum. Nihayetinde ben bu blog ödülleri işine aday oldum, yedim bi bok yani. Oysa şimdi çok pişmanım. Zaten bence hakem taraf tutuyordur kesin. O değilse politik molitik bi durumlar vardır. O da değilse hamili kart yakinidir birilerinin. O da değilse siz ibnesinizdir ve bana oy vermemişsinizdir!! Niye oy vermiyorsunuz olum bana! Okurken iyi ama di mi!! İnsan değil misiniz!! Böyle mi olduk şimdi! :/
Bakın buraya yazıyorum, eğer o dangadungadan ödül alamazsam blogu yakarım! Komple yok ederim buraları. Bir daha da ok, pls, tsk, kib dışında bir şey yazmam!! Şaka la yazarım. Ama olsun, siz yine de oy verin. Beynime kan sıçratmayın benim!
Aha da adres şu: İnsan okusun diye yazıyoruz bunları!
Öbüyorum parmak uçlarınızı. Ya saçmalamayın niye öbeyim sizin pis parmak uçlarınızı! Canlarım :)))))
İstanbul hanfendisiyim.
Sevgilerimle...
Entel...
.
9 Nisan 2010 Cuma
Nasılsın?
.
Nasıl mıyım? İyiyim galiba. Bu konu hakkında çok düşünmüyorum. Aslında hiçbir şey hakkında çok düşünmüyorum. Düşününce delirebilir insan. Akıl sağlığını korumak lazım, bunu biliyorum. Çalışıyorum işte. Çalışmaktan nefret ediyorum ama ne kadar çok çalışırsam o kadar uzaklaşıyorum. Uzak kalmak iyi. Yaklaşınca delirebilir insan. Ne diyorduk? Akıl sağlığını korumak lazım. Bazen paralel evrende yolculuğa çıkıyorum. Başka türlü olsaydı ne olurdu? Bir sürü alternatif var. Birkaç çocuk doğurmuş olabilirdim. Çoktan intihar etmiş olabilirdim. Alıp başımı gitmiş olabilirdim. Yapabilirdim. Yapmadım! Hiçbir kutsal amaç uğruna değil. Hani bazen bir film izlersiniz, çok saçmadır, çok abartılıdır, bu kadar da olmaz bariz taşak geçiyorlar dersiniz ama sonuna kadar beklemekten de geri duramazsınız ya, öyle işte. Bekliyorum. Yönetmenin bunu ilginç bir sona bağlamasını bekliyorum. Çok umudum yok. Yani muhtemelen bi sikime benzemeyecek. Ama umudumu tamamen kaybettiğimde de çıldıracak gibi oluyorum. Ne diyorduk? Akıl sağlığını korumak lazım. Genelde duruyorum. En çok duruyorum. Durabilmek önemli. Durabilmek mühim. Ve zor. Çünkü biliyorsunuz, içimde atlar var. Atlar durmayı bilmez. Duran atlara at denmez. Ama bunlar at ve kimse inkar edemez! Onu diyorum işte, akıl sağlığını korumak lazım. Ev güvenli. Ev, insan olmaya en çok yaklaştığım yer. Manzara güzel. Birkaç fotoğraf. Birkaç kitap. Ve saat hep 9.25! Çünkü zaman acayip. Nereye doğru gittiğini kimse izah edemez. Bir yere gittiğini kimse iddia edemez! Daha önce söylemiştim, kısa namlulu bir silah gibi. Ateş ediyor ama vurmuyor. Yalan! Bazen vuruyor ama hiç öldürmüyor! Yani akıl sağlığını korumak lazım. Dedi ki “Bir türlü alışamıyorum.” Dedim “Alışırsın.” Bunu dediğime hayret ettim. Demek ki ben alışmışım. Demek alışılacağına inanmışım. Yahut yalan söylüyorum. Bazı yalanlar hayatta tutuyor insanı. Hayatta kalmak şart! Çünkü akıl sağlığı… Malum, korumak lazım. Büyüdükçe ikna olmak güçleşiyor. Bir şeyler söylüyorlar. İçimden tekrar ediyorum. Çünkü artık iki kere söylenmeyen hiçbir şeye inanmıyorum. İkiden az söylediğim şeylere kimsenin inanmasını beklemiyorum.
Nasıl mıyım? İyiyim iyiyim.
.
Nasıl mıyım? İyiyim galiba. Bu konu hakkında çok düşünmüyorum. Aslında hiçbir şey hakkında çok düşünmüyorum. Düşününce delirebilir insan. Akıl sağlığını korumak lazım, bunu biliyorum. Çalışıyorum işte. Çalışmaktan nefret ediyorum ama ne kadar çok çalışırsam o kadar uzaklaşıyorum. Uzak kalmak iyi. Yaklaşınca delirebilir insan. Ne diyorduk? Akıl sağlığını korumak lazım. Bazen paralel evrende yolculuğa çıkıyorum. Başka türlü olsaydı ne olurdu? Bir sürü alternatif var. Birkaç çocuk doğurmuş olabilirdim. Çoktan intihar etmiş olabilirdim. Alıp başımı gitmiş olabilirdim. Yapabilirdim. Yapmadım! Hiçbir kutsal amaç uğruna değil. Hani bazen bir film izlersiniz, çok saçmadır, çok abartılıdır, bu kadar da olmaz bariz taşak geçiyorlar dersiniz ama sonuna kadar beklemekten de geri duramazsınız ya, öyle işte. Bekliyorum. Yönetmenin bunu ilginç bir sona bağlamasını bekliyorum. Çok umudum yok. Yani muhtemelen bi sikime benzemeyecek. Ama umudumu tamamen kaybettiğimde de çıldıracak gibi oluyorum. Ne diyorduk? Akıl sağlığını korumak lazım. Genelde duruyorum. En çok duruyorum. Durabilmek önemli. Durabilmek mühim. Ve zor. Çünkü biliyorsunuz, içimde atlar var. Atlar durmayı bilmez. Duran atlara at denmez. Ama bunlar at ve kimse inkar edemez! Onu diyorum işte, akıl sağlığını korumak lazım. Ev güvenli. Ev, insan olmaya en çok yaklaştığım yer. Manzara güzel. Birkaç fotoğraf. Birkaç kitap. Ve saat hep 9.25! Çünkü zaman acayip. Nereye doğru gittiğini kimse izah edemez. Bir yere gittiğini kimse iddia edemez! Daha önce söylemiştim, kısa namlulu bir silah gibi. Ateş ediyor ama vurmuyor. Yalan! Bazen vuruyor ama hiç öldürmüyor! Yani akıl sağlığını korumak lazım. Dedi ki “Bir türlü alışamıyorum.” Dedim “Alışırsın.” Bunu dediğime hayret ettim. Demek ki ben alışmışım. Demek alışılacağına inanmışım. Yahut yalan söylüyorum. Bazı yalanlar hayatta tutuyor insanı. Hayatta kalmak şart! Çünkü akıl sağlığı… Malum, korumak lazım. Büyüdükçe ikna olmak güçleşiyor. Bir şeyler söylüyorlar. İçimden tekrar ediyorum. Çünkü artık iki kere söylenmeyen hiçbir şeye inanmıyorum. İkiden az söylediğim şeylere kimsenin inanmasını beklemiyorum.
Nasıl mıyım? İyiyim iyiyim.
.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)