26 Ağustos 2010 Perşembe

Bitmeyen Koma

.
Çıktım öyle. İçinden çıkamadığım zamanlarda genellikle dışına çıkarım. Bulunduğum yerin dışına yani. Böyle ne yapacağımı bilmeden dışarı çıktığımda da, şayet yakınlarındaysam mutlaka mezarlıkta bulurum kendimi. Neyseki bulurum. Onu bulamayanlar da var. Yakınlarındaydım. Mezarlığın diyorum. Meşe palamutları süper şahane şeyler gibi göründü gözüme. Benim uzandığım yerden baksanız size de öyle görünürdü muhtemelen. Babama, küçükken meşe palamutlarına neşe palamutları diyor muydum diye sordum çünkü meşe palamutları neşelenmeme neden olmuştu. Neşelenmek de ne acayip kelimeymiş, sanırım hayatımda ilk kez kullandım. Her neyse. Babam yine cevap vermedi tabi. 60 yaşından sonra konuşmayı bıraktı. Ama galiba demiyordum. Neşe palamudu demiyordum yani. Keşke deseymişim. Bazen böyle şeyler çıkıyor. Aklıma gelse yapardım dediğim şeyler. Kaçırdığım hatıralar. Hatırası çok olanın bilmem nesi bilmem ne olur gibi bir söz yok mu? Kesin bir düşünür düşünmüştür aslında. Düşünmüştür de söyleyememiştir. Bazen bunu ben de yaparım.

Boş bulunup ‘İçer misin?’ diye sordum. İçmez hâlbuki. Kanserine iyi gelmiyor. Benim içmemi de istemez tabi, hangi baba ister? Ama yaktım yine de bir tane. Kızgın olduğumu anlasın istedim. Hatta neye bu kadar kızgın olduğumu anlayıp bana da söylesin istedim. Umduğum gibi olmadı. Olmayınca olmuyor işte. Hayat zaten işlerin hiç de umduğunuz gibi olmadığı yerdir.

Mesela ben babamın doğum gününü bilmiyordum. Doğduğu bir gün olduğunu hiç düşünmemişim. Onu mumları üflerken filan hayal edemiyorum mesela. Bu da kaçırdığım hatıralardan biri. Gözlerimi kapatıp mezar taşında yazan tarihte mevsim normallerinin nasıl olduğunu hesap ettim. Güneşli çıktı. Kutlamasa da şanslı biriymiş çünkü benim doğum günümde hava hep kapalıdır.

Yıl dönümleri var bir de. İyi ve kötü şeylerin yıl dönümleri. Aslında bu yıl dönümü meselesini kafamda halletmiştim. Yani 2 sene önce ağbimin o gün kaza yapmış olması, aynı tarihte yine kötü bir şey olacağı anlamına gelmiyor. Bilime aykırı bir kere. Ama bilimsellikten uzak bir günümdeydim. Hissettiğim şey yine kötü bir şey olacak korkusu gibi de değildi esasen, 2 yıl önce o gün ne kadar kötü bir şey olduğunu fark etmek gibi daha ziyade.

‘İşimiz zaten mucizelere kaldı ama 2 seneden sonra bir mucize beklemeyi de bırakın.’ demişti doktor. Bir doktor öldürmediğime hala hayret ederim mesela. Elinizde kalan son şeye bile göz koyan insanların iyi kimseler olduğunu iddia edemezsiniz sanırım. En azından benim için durum böyle.

Babama, ‘Onu özlemeyi kes artık,’ dedim, ‘ağbim bizimle kalacak.’ Babama daha önce hiç böyle sert çıkışmamıştım. Onca senedir ilk defa, konuşmayı bıraktığı için değil verecek bir cevabı olmadığı için sustu.

Yanisi bu uyumak meselesi çok alengirli efendiler. Sonsuz olanı var, derin olanı var… Türlü türlü huyları var. Bir insanın hiç uyanmayacağına emin olduktan sonra kızılcık şerbeti görünümlü kanlar kusulabiliyor ama az denilemeyecek kadar yok bir ihtimal bile varsa ve o ihtimal bir türlü gerçekleşmiyorsa hiçbir şerbet vaziyeti kurtarmıyor.

Çok sinirleniyordum. Sinirlenmek için çok sebebim var. Ağbime yani. Bütün işleri başıma bıraktı bir kere. Hem zaman geçtikçe ona anlatmam gereken daha çok şey birikiyor ama ben hepsini hafızamda taşıyamıyorum. Gerçekten kafamın içinde yer kalmadı gibi geliyor. İyice saftirik bir şey oldum. Her neyse. Diyorum ki belki de yaşamak istediği her şeyi yaşamıştır ağbim… Belki de mutludur böyle. Bilemeyiz ki.

Artık uyanmıyor diye kızmıyorum ona.

Artık hiç

kızmıyorum

ona.
.

7 Ağustos 2010 Cumartesi

Tımarhane Notları #14

.
Doktor Umuz Bey, florasan lambanın ışığında büyük bir ciddiyetle beyin tomografime baktıktan sonra yakın gözlüklerini burnunun ucuna kadar itip bana döndü ve “Size 3 vakte kadar bir yol görünüyor” dedi.

‘Son Nefes Turizm, sizleri sürprizlerle dolu bir yolcuğa davet ediyor. İmamın kayığıyla öldüğünüz yerden alınıyor ve yol boyu elinizi kefeninizin cebine sokmuyorsunuz.’ türünden cümleler kafamın içinde dolaşmaya başladı. Takdir edersiniz ki, bir doktor bir yoldan bahsediyorsa kesinlikle iyi bir şey söylemiyordur.

Esasen Doktor Umuz da birçoğumuz gibi kritik durumlarda esprili görünmek adına saçmalayanlardan biri. Bunun bir de kontrolsüzce yapılanı var. Mesela bir arkadaşım, aşık olduğu adamdan hiç beklemediği bir anda evlilik teklifi alınca oldukça belirgin bir biçimde osurmuş. Bana kalırsa götüyle cevap vermiş. Tabi evet mi hayır mı dediğini bilemiyoruz. O dili henüz çözemedik. Neyse, şimdi mutlular ve bu utanç gecesini hiçbir ortamda anmayarak unutmaya çalışıyorlar. Oysa bir şeyi anmamak, onu unutmak anlamına gelmiyor.

Umuz Bey, çok yaratıcı bulduğu bu esprisine gülmediğimi fark edince koridordaki görevliye 47 numarada yatan nörolog Muharrem Hanım’ı çağırmasını söyledi. Bir kadın için talihsiz bir isim. Ama Muharrem Hanım’ın talihsizlikleri bununla bitmiyor. Tıp fakültesindeyken tanışıp sevişerek evlendiği kocasını, erken biten bir iş gününün ardından döndüğü evinde yatakta biriyle yakalamış. Bir adamla. Üniversiteden hocaları olan, ismi Muharrem olan bir adamla. İnsan, isminin kaderini yaşar derken kastettikleri şey bu olmasa gerek. Muharrem Hanım’ın o gün itibariyle başlayan kahkahalarını hiçbir doktor durduramayınca ailesi çareyi buraya yatırmakta bulmuş. Benim için bir sakıncası yok, gülen insanları her zaman sevmişimdir.

Muharrem Hanım şen kahkahalarıyla odaya girdiğinde Umuz Bey ona halen florasan lambanın önünde duran beyin tomografimi işaret ederek ne düşündüğünü sordu. Umuz Bey, bu güleç hanımefendinin tıp bilgisine sık sık başvurur. Muharrem Hanım ise filmi biraz inceledikten sonra koşarak yanıma geldi ve ellerimi sımsıkı tutarak büyük bir mutlulukla “Tebrik ederim, anne oluyorsunuz!” diye çığlık attı. Doktor Umuz masasının altındaki zile basarak içeriye çağırdığı hasta bakıcıları Muharrem Hanım’ın ilaçlarını aksatmış olmalarıyla ilgili azarlarken ben kadından ellerimi zor kurtarıp kendimi bahçeye attım.

Aslında tomografide ne olduğunu görmek için tıp eğitimi almış olmak gerekmiyordu. Sol frontal lobumda büyük bir boşluk vardı ve yaşadıklarım beni yanıltmıyorsa, kolay kolay dolacağa da benzemiyordu.
.
.