28 Şubat 2011 Pazartesi

Böyle şeyler

.
Annem az evvel telefonda bana nihavent makamında kalaylar çekti. Kendisi, kendi çocuklarına “Orospu çocukları” diye sövmekte hiçbir beis görmeyen bir kadındır. Bugün, kardeşim, sağlıklı olan ağbim ve sağlıksız olan ağbimin oğluyla motor fuarına gittik biz. Gezdik dolandık birtakım ipnelikler yaptık filan. Beğendiğimiz her motorun üstünde fotoğraflar çekildik böyle apaçiymiş gibicesine. Annem şey dedi işte, n’aptınız ne aldınız filan. Ben de kask aldık deyince “Evde hepinizin götüne 2’şer tane sokacak kadar kask vardı zaten, niye masraf ettiniz?” diye başladı bu. Ağzına geleni söyledi. “Siktirin gidin ne bok yiyorsanız yiyin, ölürseniz sakın bana haber vermeyin, kanınıza bu boku sokan babanızın da mezarını sikiyim, sizin de ecdadınızı sikiyim vs.” diye devam etti konuşma. Açık konuşmam gerekirse, yaşlı kadın haklı dostumlarım.

--Apaçi biladerler--

Ancak şimdi şu fotoğraf üzerinden biraz durum değerlendirmesi yapmak istiyorum. Öndeki haşin şey benim kardeşim. Bu arada çok adi çıktınız lan. O kadar dedim size kardeşim şöyle kardeşim böyle yok efendim yakışıklıdır vay efendim tuvalet eğitimi vardır filan diye ama hiçbiriniz oralı olmadınız. Ben de şahsi iç imkanlarımla kendisini annemin evine sepetlemek zorunda kaldım. Şimdi böyle yalnız kaldığım akşamlarda vicdanım didikleniyor yok yere, o son yemeği yapmasaydım filan diyorum. Ama çabuk geçiyor neyse ki. Yeniden yalnız yaşamak süper bir şey olum sdfsdfs. Her neyse, fotoğraftan devam ediyorum. Altımdaki şey bence bir at. Üstündeki şey de benim. Lafı, saçlarımın dip boyasına getirecek olanların ağzını yüzünü sikerim. Çünkü konumuz bu değil. İnsanın dibinin gelmesi çok başka bir konudur. Konumuz şu; şimdi ben şu altımdaki gibi bir şeyle altlı üstlü olduğumda içimde çok acayip duygular şelaleleniyor. Mimiklerimi filan kontrol edemiyorum. Kalbim hızlı hızlı atıyor böyle. Kimsenin anlamasını beklemediğim için nasıl bir duygu olduğunu daha fazla tarif etmeye çalışmayacağım ama mutluluğa yakın bir tarafı olduğunu söyleyebilirim. Kardeşlerim için de durum aynı ve hatta fazlası. Şimdi annem bizi, bu meredi bırakmazsak evdeki kaskları götümüze sokmakla tehdit ediyor. Benim yaşlı annem diyor ki, daha fazla mutsuz olmamak için bu mutluluktan vazgeçin.

Diyor. Bunu boşuna söylemiyor. Annemi anlıyorum. Annemi o kadar iyi anlıyorum ki kendimi tutuyorum. Ama mutluluk meselesi kafamı karıştırıyor. Böyle şeyler.

I love mom.
.

20 Şubat 2011 Pazar

Derken

.
...sonra iyi huylu bir Napolyon'un sesi duyulur;

-Yumurtaların birini kuşlara verelim.

Gülümsersin.
.

11 Şubat 2011 Cuma

11.02.2011

.
Artık uyan, kardeşim, sana çok kuş topladım.

.

8 Şubat 2011 Salı

Bu Biçim


Ankara'dayız. Sevgilimin doğum günü dangadungası. 8-10 kişi filan doluştuk bir mekana. Müzisyenleri de tanıyoruz. Müzisyenleri tanımanın her türlü istek şarkının çalınması gibi şekilli bir tarafı var. İçiyoruz, içtikçe gevşiyoruz, gevşedikçe sevgilimi daha çok seviyoruz ve hep beraber onu sevdikçe şarkılara daha yürekten ve daha yüksek desibelden eşlik ediyoruz. Eğlencenin doruklarındayız anlayacağınız. Sonra solist “Az önce Cem Karaca’yı kaybettiğimizin haberini aldık, başımız sağolsun.” gibicesine bir şeyler söyledi ve ardından Islak Islak’ın müziği girdi. Benim kafam otuzbeş milyon olduğu için idrak edemedim başta. “Nasıl kaybettiniz olum,” diyorum, “ne demek kaybetmek?” Sevgilim, Cem Karaca’ya ne kadar düşkün olduğumu bildiği için bir delilik yapmamdan korkuyor, sarılıyor filan. Lan bi çekil! Ne demek kaybetmek? Hani böyle yok yere bir küfür yersiniz de karşınızdakine saldırmak istersiniz ama etrafınızdakiler sizi tutmaya çalışır ya, pozisyon o. Arkadaşlar beni sakinleştirmeye çalışıyor. Ama mesele sakin olma meselesi değil benim için o an. Kafamın en tepesinden bir kaya kopmuş ve yuvarlana yuvarlana üzerime geliyor. Hissettiğim şey buydu, çok net hatırlıyorum. Çok sevdiğim birilerinin ölüm haberini aldığımda hep böyle hissederim.
---
Cem Karaca benim kişisel ve saçma sapan hayatımın her mühim dönemine mutlaka şarkılarıyla eşlik etmiştir. Neredeyse her şarkısının bana hatırlattığı çok net kareler var. Çoğu dramatik, bunları anlatmayacağım. Ama mesela küçükken o malum Ceviz Ağacı’nın bir çeşit insanağaç olduğunu sanıyordum ve bir gün Gülhane Parkı’na gidip kendisiyle tanışmayı hayal ediyordum. Filan.

Benim bu geçmek bilmeyen Cem Karaca hayranlığımın temelinde Aydın ağbim var tabi, birçok şeyde olduğu gibi. Ailecek seviyoruz ama içimizde Cem Karaca’nın esas ağır hastası o. (Şimdi bu ağır hastalığı döneminde de ağbime Cem Karaca şarkıları dinletiyorum sık sık. İyileşmesine fayda etmiyorsa bile mutlu olmasına sebep oluyor, bunu biliyorum. Hayat ne acayip.) Cem Karaca ömrünün son zamanlarında sık sık İzmit Yıldız Bar’da sahne aldı. Biz de sık sık onu en önden canlı canlı dinleme fırsatı bulduk. "Canlı dinlemek” ifadesi de böyle düşününce çok acıklı geliyor şimdi. Her neyse. Bir gün biz yine huysuz ihtiyarı dinlemeye gitmişiz. Garsonlar içecek servisi yaparken sürekli sahnenin önünden geçiyor. Cem Karaca sinirlendi tabi, birkaç tribal hareket yaptı. Bunun üstüne ağbim aniden kalkıp dışarı çıktı. Ben telefon geldi filan sanıyorum. Biraz sonra bir baktım motoru bağırta bağırta barın içine sokuyor. Herkes ona bakıyor, mekan sahipleri ne yapacaklarını şaşırdı. Bu kimseyi umursamadan motoru boylu boyunca sahnenin önüne çekti ve oradan tüm geçişleri engellemiş oldu. Cem Karaca’nın ağbime yaramaz bir çocuğa bakar gibi ama memnuniyetle baktığını unutmuyorum mesela.

Aydın ağbim, dinlemekle kalmaz, aynı zamanda çok da güzel söylerdi o şarkıları. Bir gün yine oradayız, Cem Karaca şu anda hatırlayamadığım ve zaten çok az bilinen bir şarkısına ufak bir giriş yapıp sustu. Ağbim şarkının devam cümlesini söyledi. Cem Karaca ağbime şöyle bir yan bakıp “Enteresaağğn” dedi ve onu sahneye çağırdı. Sonra birlikte şarkı söylediler. Ağbimin Cem Karaca’yla şarkı söylemesi, benim gidip Dr. House’la ameliyat yapmam, senin gidip Angelina Jolie’nin alt dudağına asılman falan filan gibi bir şey. Çok müthiş yani.

Böyle bir sürü hikaye var ama daha fazla uzatmayacağım.
---
O gece şarkının “Yeter ki ıslak ıslak bakma öyle” kısmına gelinmişken ben duruma ancak vakıf olabildim. Olabildiğimde de indi mi benim baraj kapakları. Yaptığım eyleme ağlamak demek sanıyorum iyimser bir yaklaşım olur. Promil promil olduğum için bünyeye sözüm geçmiyor, durduramıyorum kendimi. Soliste “Ömrüüüüüğğğm” diye bağırıyorum, Ömrüm şarkısı çalıyor beni masadan zor topluyorlar. “Dadaloooğğluuu” diye hönkürüyorum şarkı çalıyor ben kederimden bardakları filan kırıyorum. Böyle böyle birkaç albümlük şarkı söyletip sulu zırtlak hadiseler çıkardım. Nazımın geçtiği bir mekan olmasa bence o gece ağzıma sıçarlardı. Sevgilim bir yerden sonra “Yani tamam anlıyorum da benim de doğum günüm hani” kabilinden bir şeyler söyledi. “Sen ne anlarsın hayvan heriiiğff” diye bir de onu azarlıyorum. Az önceki sevgi kelebeği halimden eser kalmamış. Gerçekten çok berbat bir geceydi. Bir ara kafamı azıcık toplayıp dışarı çıktım ve beni teselli etsin diye ağbimi aradım ama o da aşağı yukarı hastanelik vaziyette olduğu için 10 dakika kadar telefonda karşılıklı anırmaktan başka bir şey yapamadık. Gecenin sonunda eve nasıl gittiğimi bilmiyorum.

7 yıl olmuş. Oluyor tabi. Olanla ölene çare yok. Şimdi buraya Cem Karaca şarkılarına işaret eden linkler yerleştirmeyeceğim. En sevdiğim şarkılarının sözlerini yazmayacağım. Ölülerin arkasından halen ne diyeceğimi bilemediğim için ve bir şeyler desem de buradan göremeyecekleri için bir kısmınızın sandığı gibi yazıyı Cem Karaca’ya seslenerek de bitirmeyeceğim. Ama size şöyle bir tavsiyem var: Bugün kendinize bir kıyak geçin ve bol bol Cem Karaca dinleyin.

Sevgiler.
.