.
Uzun zamandır uzun yol yapmamıştı. Kış boyu "nerde kaldı lan bu, başına bi şey gelmiş olmasın" diye endişeyle beklediği gül gibi yaz günlerini, aile evinde, balkondan kirpilerin çiftleşmesini izleyerek, her seferinde "bırakıcam bu namussuzu" diye diye sigara içerek ve götü başı göz alabildiğine yayarak geçiriyordu. Aslında bu ayar iyiydi. Ama bir arkadaşı kendisini arayıp da "yoldayım, geliyorum, gidiyoruz" dediğinde itiraz etmedi. Zira "veni-vidi-vici"nin yandan yemişi kıvamındaki telekomünikasyon harikası bu tek yönlü konuşma, artık hareket vaktinin geldiğinin habercisiydi.
Kahramanımız, sırt çantasına tatil için gerekli olabilecek eşyalardan eser miktarda tıkıştırıp beklemeye başladı. Bu arada yazar da hiç fena değildi yalnız. "Sırt çantası" diyerek kahramanımızı satır arasından bohemin önde gideni yapmıştı. Ama mevzunun bu kısmını uzatmasa iyi olurdu. Nihayetinde yola çıkma aşamasının bir atraksiyonu yoktu. Mühim olan yoldu.
Diye düşünmüş olsak da yolda da pek bir şey olmadı aslında. Arabayı Bolu'da bir kuaföre çekip arkadaşının ağda yaptırmasını beklemesi ve beklerken hasbelkader açtığı bagajda Şanzelize'ye hazırlıkmış gibicesine yerleştirilmiş koca valizi görmesi kahramanımız için bir travma niteliği taşıyordu zaten. Yazar bunlardan hiç bahsetmese daha iyi olurdu. Bunun dışında, atıştırmak için ıvır zıvır bir şeyler almak üzere girdikleri bir dükkanın ilk müşterileri olmaları hasebiyle 41 pare top atışıyla karşılanmaları ve yerel gazete için boy boy fotoğraf çektirmek zorunda kalmaları, ayrıca dükkanın bereket mevlidine katılmalarının icap etmesi ve ellerine tutuşturulan türlü çeşit açılış kurabiyesiyle beraber şenliklerle uğurlanmaları da atlatılabilecek gibi durmuyordu. Öyle ki, yol boyu olayın saçmalığı yüzünden konuşamadılar ve bütün bu olanları unutmaya çalıştılar.
Kahramanımız, kulağı buradan göstermek varken teee şuradan göstermenin manasızlığı üzerine düşünürken Ankara'ya varmışlardı bile. Rahmetli Pisagor, Hipotenüsü es geçerek İstanbul'dan kalkıp Antalya'ya gitmek için seçilen bu güzergahı görse göz yaşları içerisinde kalırdı. O değil de bu insanlar ne zaman Afyon'a varacaklardı? Vejetaryenler rahman ve rahim olan Afyon sucuğu gerçeğini nasıl inkar edebiliyorlardı? Bunların hepsi merak edilen konulardı ve muhtemelen bu yazı içerisinde cevap bulamayacaklardı.
Zorlu bir yolculuk sonunda Antalya'ya varıldı ve bahsi geçen tatil yapıldı. Yazarımız tembelin teki olmasa o kısımları da anlatırdı muhakkak. Ama bence onun aklında başka bir şey vardı ve esas meseleye bir an önce gelebilmek için yanıp tutuşmaktaydı. Heves ediyordu işte garibim, n'apsındı.
Kahramanımız ve hendese öğrenmemekte ısrar eden arkadaşı dönüşte tekrar Ankara'ya uğradı. Bu arada yazarın, geometriye hendese diyerek artistlik yaptığı da dikkatli okurun gözünden kaçmadı. Neyse işte bunlar Ankara'da birkaç saat vakit geçirmeye karar verdi. Ne de olsa ikisinin de öğrencilik yılları burada geçmişti. Kişisel hatıralarının peşlerinden gitmek üzere bir süreliğine ayrıldılar. Kahramanımız, bu kısıtlı zamandaki tek tercih hakkını, yıllarının geçtiği Olgunlar Sokak'tan yana kullandı. Niyeti oralarda bir miktar nostalji yapmaktı. Ama nerdee... Gül gibi sokağın amına komuşlardı. Bunu görünce çok üzüldü desek olmaz, hüzünlendi desek kimse inanmaz... Elbette ki sinirlendi kahramanımız. Çünkü kendisi gerçekten çok asabi bir insandı. Kitapçı tezgahlarının arasında söylene söylene dolaşırken tanıdık bir ses duydu. O da nesiydi? Yoksa bu, kadim dostu Ali miydi lan? Vay anasınıydı. Demek hala buralardaydı. Hemen tükkanın önüne birer tabure atıp muhabbete koyuldular. Kendisi de zamanında bu tezgahta az kitap satmamıştı. Bayaa bi konuştular işte. Eski günleri yad ettiler. Çeşitli ipnelikler yaptılar. Çaydı oraletti derken gitme vakti geldi. Giderken günün hatırası olsun diye çok kıral arkadaşı Ali ona bir kitap hediye etti. Ah canım benimdi.
Kahramanımız neşe içerisinde yol arkadaşıyla yeniden buluştu. Artık dönmek zamanıydı. Yaklaşık 400 km süren bu son ve zorlu etapta, arkadaşının bütün ısrarlarına rağmen arabayı kullanmayıp pencereden dışarı ayaklarını uzatarak hediye kitabını okudu. Çok hayvan bir insandı bu kahramanımız. Hanfendilikten zerre nasibini almamıştı.
Eve yaklaştıklarında artık kitabın sonuna gelmişti ama o da nesiydi? Kitabın en arka sayfasında oynanmış ama yatırılmamış bir Sayısal Loto kuponu vardı. Kitabın kahramanımızdan önceki sahibi kimbilir ne umutlarla doldurmuştu o kutucukları? Acaba hayaller el değiştirebilir miydi? Kader, trikotaj işinde kendini aşmak üzere miydi? Aşılan bunca yol ve çekilen onca eziyet sırf bu kupona ulaşabilmek için miydi? Yoksa olasılığın muhteşemliği yüzünden 5 dakkada mis gibi tatili harcayan yazar kolpacının teki miydi?
Aklında bir takım yırtma planlarıyla nihayet aile evine, kutsal topraklara varmış gibi büyük bir sevinçle varan kahramanımız, aynı hafta o sayısal kuponunu yatırmayı da kafasına koymuştu. Şeytanın bacağını, feleğin çarkını ve daha nice belirtili isim tamlamasını kırmak üzere olduğunu düşünüyordu. Fakat gel gör ki bu kahramanımızın bi sikime sürülecek aklı yoktu ve kuponu yatırmayı unuttu.
Bunu farkettiği saatlerde, sayısal topları, dolambaçlı yollardan geçip Ziraat Bankası memuresi kılıklı bir TRT sunucusunun avuçlarına düşüyor olmalıydı. Hay sıçayımdı. Fırsat kırk yılda bir ayağına kadar gelmişti ama o bunu da kullanmayı becerememişti işte. Oysa ilerde toruna torbaya anlatacak ne güzel bir hikayesi olacaktı. Kazanan numaralara bakmaya götü yemiyordu. Beti benzi attı. Ama kaçınılmaz son geldi ve satırı çaldı cellat...
Gözleri Milli Piyango'nun resmi web sitesine kilitlenmiş bir biçimde baktı bir süre boş boş. Bir süre de elindeki kupona baktı. Durumu idrak etmesi biraz zaman aldı.
Saçmalama lan sayın okur. Elbette ki büyük ikramiye kahramanımızın elindeki kupona çıkmadı.
Ama alternatif bir son istiyorsan şöyle diyebilirim; yazar ve kahramanımız aynı insandı.
Bitti
.
15 Ağustos 2009 Cumartesi
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
14 yorum:
Höh ulan çok heyecanlanmıştım! =)
vay anasınıydı! asdkjahdks
kuPonda çıksa on numara tatiL oLacakmış heaa..
vay anasınıydı! asdkjahdks
kuPonda çıksa on numara tatiL oLacakmış heaa..
benim arkadaşımın anasının yıllardır sektirmeden oynadığı sabit kuponu yatıramadığı tek hafta altı tutturdu la. kadın hala sağ! :/
KaBa;
evlat acısı gibi koymuşTur o anaya. adjfhkjfh
"çarpıcı bir son. dostluk, tembellik, analitik düşünememek (yolu uzatmak) ve şansın içine tükürmek ile ilgili sıcacık bir yaz öyküsü. o kadar sıcak ki koltuk altlarınız terleyecek." kılcal uluç
bi tane üç tuttu.. ona da üç buçuk lira veriyomuş.. şansın az biraz azaldı ama devam ediyo.. önümüzdeki haftaya bakıcaz..
Cerenimo; bu ara lüzumsuz heyecan yaratma konusunda deneyler yapıyorum. Arada sizi de zayi ettim, kusuruma bakılmasın.
Hayalci; çıksaydı kuponu yatırmadığım için intiharıma mütevazı bir katkı olacaktı muhtemelen.
Kaba biraderim; o kadın bence öldüğünü farketmeyecek kadar büyük bir şok geçiriyor. İlgilenin insancıkla biraz yazıktır.
Ablasının kuzusu; Kılcal Bey sinir hususunu atlamış. Söyle ona bi daha yaparsa fularını götünden sokar kulağından çıkarırım.
Biladerlerin şahı; sen o kuponu oynamaya devam et o zaman. Ben de bi ara bu kuponu yatırıp denemedim dememeyi düşünüyorum. Yalnız her iki durumda da bir yere varamayacağımız aşikar.
bence en güzeli alınteriyle kazanılmış para :/
ak para kara para
para güzeldir kısaca :P:P
sen bayağı takavit gibi bi şeymişsin ya. hendese mendese kerrat cetveli. ne ayaksın sen? sucuğa rahman ve rahim deyip şirk koşmasan çok osmanlı bi hanımmış derdim ama diyemiyorum haliyle. bu yazıyı da kaç zaman önce yazmışsın bu yorumu okur musun bilmiyorum. okursan da yaradan rabbinin adıyla oku. yumiyum..
Okurum tabi yea niye okumayayım. Benim her tarafta gözüm var. Gönül gözüm açık. Yaradan Rabbimle arama birilerinin girmesinden hoşlanmıyorum yalnız, biz bir şekilde anlaşıyoruz. Öyle tek cümleden bir şey çıkarılacak gibi değil yanisi. Eyvallah.
ya senin hoşlanıp hoşlanmaman seni bağlar. ben atarımı yaparım aga. cennete git diye söylüyoruz. cehennemlerde yanma diye söylüyoruz. sevdiğimizden yapıyoruz. kötü mü söylüyoruz?
Şiir gibi konuşuyorsun adeta :/
Yorum Gönder