.
Erken kalkmalıydı. Niye erken kalkması gerektiğini hatırlayamıyordu ama erken kalkması gerektiğini biliyordu bir biçimde. Saat kaçtı? Koluna baktı. Birkaç gün önce bir sinir şenliği esnasında kırdığı saatinin boşluğunu gördü kolunda. Umursamadı. Zaman mühim değildi. Yattığı yerden doğruldu. Bir bardak su içti. Bir sigara yaktı. Hiçbir şey düşünmüyordu. Boş boş odaya baktı biraz. Sigarasını söndürdü. Üstüne bir şeyler giydi. Bahçeye çıktı. Bir bağ makası ve bir çapa, arkadaki kulubenin hemen yanındaydı . Onları aldı. Bahçedeki her çiçekten birer kök çıkardı. Birkaç da ağaç fidanı... Malzemelerini bir kovanın içine doldurdu. Çapa kovaya sığmadı, onu eline aldı.
Yürümeye başladı. Yolda ne bir insan, ne bir ağaç, ne bir ev, ne bir araç.. Görmedi. Onun için sadece yol vardı. Ve nasılsa her hâlükârda onu durduracaktı. Yürüdü. Hiçbir ses duymadı yol boyu. Yürüdü. Ayağı bir toprak yükseltiye çarpınca durdu. Durması gereken yer burası olmalıydı. Kovasını yere bıraktı. Hırkasını çıkarıp işe koyuldu. Çapayı ilk kaldırışında, karşıdaki ağacın dibinde oturan çocukla göz göze geldi. Çocuk aceleyle gözlerini çevirdi. Bundan rahatsızlık duydu. Çapayı toprağa vurdu. Şu meyve vermeyen ağaçların isimlerini hep karıştırıyordu. Bi tanesini tam da buraya dikmeliydi. Acaba bu mevsimde dikse tutar mıydı? Bilmiyordu. Tutsun istedi.
Sonra yan tarafa geçti. Bunlar nergisti. Şu köşe iyiydi. Tam istediği yere dikti. Bu onu gülümsetmişti. Düşünmeden çocuğun olduğu tarafa doğru baktı. Çocuk, sıkıca kapadığı avuçlarına öfkeyle bakıyor ve kımıldamıyordu. Tedirgin oldu. Görmezden gelmeye çalışarak zambaklar için toprağı eşelemeye başladı. Bir solucan çıktı. Solucandan korkar mıydı? Hatırlayamadı. Korkmamaya karar verdi. Devam etti. Zambaklar biraz hırpalanmıştı. Onların tutmama ihtimalini düşündü. Bundan korkmaya karar verdi.
Yine ismini ezberleyemeyip de kendince "lamba çiçeği" adını taktığı fidelere geldi sıra. Bunlar sarı açardı. Şöyle her yere serpiştirse güzel görünür diye düşündü. Elleri çamur içindeydi. Ayak sesleri duydu. Çocuğun olduğu tarafa doğru baktı hemen. Hâlâ ağacın dibindeydi. Onun orada olmasından garip bir mutluluk duydu.
Filbahri çiçeğini düşündü. Kelimenin tonlaması masal gibiydi. Ama ilkokulda şişman olduğu için kendisine fil lâkâbı takılan bir Bahri'ye ait olduğu da düşünülebilirdi. Bu düşünce onu çok eğlendirdi. Güller ve akşam sefaları da o köşeye çok yakışmıştı. Bir övgü bakışı alabilmek umuduyla çocuğun olduğu yöne baktı. Sırtını dönmüştü çocuk. Başına kapişonunu geçirdiğine göre hava soğumuş olmalıydı. Hırkasını giydi tekrar. Son çiçekleri dikmeye hazırlanıyordu ki yağmur başladı. Yağmuru sevmediğini hatırladı. Ama üstünde durmadı.
Hava kararmaya başlamış, kovada hiç çiçek kalmamıştı. Sırılsıklamdı. İlerideki çeşmeden kovaya su doldurdu. Bu "can suyu"ydu. 'Yağmur bunun yerine geçmez, hem o dua etmeyi de bilmez.. ' Bu sözü kim söylemişti? Hem sahi kendisi bilir miydi dua etmeyi? Hatırlayamadı. Her damlayı sadece "Amin" diyerek döktü toprağa. Bazen bu en güzel duaydı...
Tekrar duydu ayak seslerini. Ve sonra bir ses;
-Kızım, kim yatıyor orada?
Yaşlı bir kadındı. Yüzünde asılı kalmış yaşları gördü önce. Elinde şömiz ciltli, altın varaklı bir kitap vardı. Kitabı tanıdı. Bu Kitab-ı Azam'dı.. Kadın seslendi tekrar;
-Yavrum, neyin oluyor?
-Kim teyze?
-O çiçek diktiğin mezardaki işte...
Kadının gösterdiği yere baktı. Ektiği çiçeklere baktı. Servi ağacına baktı. Uzun uzun baktı. Sanki her şey az önce olmuş gibi baktı. Ve dudaklarından cılız bir kelime döküldü..
-Babam.
"Başın sağolsun" dedi kadın. Başını yokladı. Başı sağdı.
Karşıdaki ağacın dibinde oturan çocuk ayağa kalktı. Avuçlarından birkaç bayram şekeri döküldü. Mezarların arasında gözden kayboldu.
.
21 Eylül 2009 Pazartesi
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
6 yorum:
ibneliğin lüzumu yok.
Kesinlikle yok.
acıtmasana lan o zaman. töbe yareppim.
içimdeki acıklı insanı çıkardın ortaya.. canımı yaktın anlıyor musun
nur içinde yatsın.
Koçarim; affet.
Kabam; amin.
Yorum Gönder