4 Kasım 2009 Çarşamba

Âsâb-ı Mesel!

.
Bir gün bir cinayet işleyeceksem bunun yağmurlu bir havada gerçekleşeceğine emindim artık. Önümüzdeki 3 yıl boyunca, yanımda kuraklıktan bahsetmeye kalkanların ağzının tam ortasına bi tane geçirecek kadar çok rutubetli anıya sahiptim. Üstelik ihmalkârdım. İhmalkârlığımın konuyla ilgisi ise hala açtırmadığım doğalgaz aboneliğiydi. Doğalgaza, abonesi olacak derecede fanatik duygular beslemiyordum. Ancak sürekli beni takip ederek her akşam evime gelen donmuş götüm benimle aynı fikirde değildi ve karnıma gönderdiği sinyallere bakılacak olursa, tuvalette sürrealist çalışmalara imza atmam an meselesiydi.

İgdaş’a gidip bu meseleyi halletmek üzere işten erken çıktım ve iç organlarıma kadar ıslandıktan sonra bir taksi buldum. Hedefi söylediğimde şoförün suratı asıldı. Belli ki onu tatmin edecek bir mesafe değildi. Böyle havalarda, “Trablusgarp’a çek abi” deseniz bile memnun olmazdı bu ipneler. İçimde yağmur suyuyla beslediğim bir çaçaron olduğundan habersiz şoför, agresif vites hareketleriyle kendince trip atıyor ve aklınca bana bir ders veriyordu. Tam o tuttuğu vites koluna uygun gördüğüm yerlerini seviyeli bir şekilde izah etmeye hazırlandığım esnada bir arkadaşım aradı ve bana, taze ayrıldığı sevgilisiyle yaşadığı tüm hatıralarını depolayabileceği bir harddisk muamelesi yapmaya başladı. Öyle ki o anda ölsem, aşk hayatları bir film şeridi gibi gözlerimin önünden geçecek kadar duruma vakıf olmuştum.

Ben, tüm tahammülsüzlüğüme rağmen kırmak istemediğim arkadaşımı dinlerken, alçak şoför el-kol hareketleriyle trafiği bahane ettiğini belli ederek dandik bir sokağa saptı. Anladığım kadarıyla o sokak ebesinin amına çıkıyordu zira daha önce buraları hiç görmemiştim. Bir İstanbul klasiği olan taksici kazıklamasına maruz kalıyor ancak kulağıma tümör tohumları eken arkadaşımın 4 çekerli çenesinden fırsat bulup duruma müdahale edemiyordum. Çaresiz, telefon konuşmamın bitmesini bekleyecektim. Ama bu sefer bir değişiklik yapıp herifle kavga etmek yerine, inerken, didaktik öğeleri ağır basan bir konuşma yapmaya karar verdim.

Bitmedi. Taksi şoförüne, 4 kişilik bir ailenin bir haftalık mutfak masrafını karşılayacak meblağı paşa paşa teslim ederken de, İgdaş’ın kapısından girerken de o konuşma bitmedi. Neyse ki şarjım bitti. Bu sayede içime girdiğinden beri ayakta bekleyen sinirime oturacak bir yer gösterdim. Biraz zaman ikimize de iyi gelecekti.

Abonelik işlemlerinin yapıldığı kata çıkarken, kendimi sinirleri alınmış bir dana eti kadar pelte ve löpçük hissediyordum. Hatta sıra numarası alırken manasızca gülümsedim bile. Galiba aşırı yüklenmeden kafam güzel olmuştu. Ama o gülümseme, makineden çıkan kağıttaki rakamla yukarıdaki tabeladaki rakam arasındaki farkın 93 olduğunu idrak edene kadar sürdü. Tanrı benden hatırı sayılır bir cinnet geçirmemi bekliyor olmalıydı.

İnanmayacaksınız, bekledim. Benden önceki tam 92 kişinin işlerini halledip kelebekler gibi süzülerek çıkmalarını bekledim. Birazdan ben de onlardan biri olacaktım. Bu sabır imtihanını atlamama ramak kalmıştı. Çok az kalmıştı. Başarmak üzereydim… İşte tam o anda, memurlardan biri mesai saatlerinin dolduğuna dair açıklama cümlesini bitirmeden yerimden fırladığım gibi…

O arayı hatırlamıyorum. Kendime geldiğimde bir memurun karşısında oturmuş evraklarımı uzatıyordum. Adamın bana karşı gösterdiği endişeli ve muazzam ilgi, az önce içimdeki Hayko Cepkin’i serbest bıraktığıma işaretti. Belki tam da bu yüzden, hiç de gönlüm olmayan bu aboneliğe ödemem gereken paranın 246 TL olduğunu söylemesi için başka bir memurun yardımına ihtiyaç duydu. “Oooohaaa”ydı. Gün yüzü görmemiş küfürlerimi adamların yüzüne yüzüne höykürmemek için hışımla evraklarımı alıp çıktım. Yeteri kadar olay çıkarmıştım.

Binanın önünde çeşit çeşit taksi vardı ancak malum filmdeki hali ve dane dane benleriyle Robert De Niro yanaşıp “götürelim apla” dese bile taksiye binmem söz konusu değildi.

İnsanın yağmur yağarken verdiği refleks bellidir. Ya koşarsın, ya şemsiye açarsın, ya da bir saçak altına saklanırsın filan. Ben yürüdüm. Aheste aheste yürüdüm. Sonsuz bir umursamazlıkla yürüdüm. Çünkü artık daha fazla sinirlenemeyecek kadar sinirli, bir damla daha ıslanamayacak kadar ıslaktım.
.

17 yorum:

Godsyndrome dedi ki...

246 Tl den sonrasını bende hatırlamıyorum okudum mu ondan bile şüpheliyim :)

Aylin Balboa dedi ki...

Sonra ben bu adamlara orospu çocukları dediğimde vay efendim niye orospu çocukları diyormuşum filan..

fevkalade olağan dedi ki...

bilom sen başına gelen kötü şeyleri böle tatlı talı anlatırsan insanlar sana beddua eder ki dah sık yaz diye eder yani.. umarım cümlenin sonunu toparlayamadığım belli olmuyodur.. şimdi hiç dönüp düzeltecek vaziyette değilim..

Aylin Balboa dedi ki...

Sonra ben o insanlara da orospu çocukları dediğimde vay efendim niye o insanlara da orospu çocukları diyormuşum filan :/

Yesari dedi ki...

düşenin haline gülünmez...sonra başa ne geleceği belli olmaz..

iyi ki bu yorumlar sesli değik yaa..

tamam tamam biliyorum...hiç söyleme...

Sonra sen o insanlara da orospu çocukları dediğinde vay efendim niye o insanlara da orospu çocukları diyormuşsun filan :/

:))

kezban paris'te dedi ki...

geçenlerde okula geç kalıyorum diye taksiye bineyim dedim. ama neyse ki derse de girmedim zaten.

tüm paramı da küçük emre aydın'a verdiğim için ona buna çay ısmarlattım.

o günden geri kalan tek şey, taksi şöförü küçük emre aydın'ın "üniversalim ben yani evrensel demek istiyorum anlıyor musun?" cümlesiydi.

"öyiii abi"

Aylin Balboa dedi ki...

Yesu; sana yazıklar olsun. Yıllaaar yıllar önce, Şinasi sahnesinin önünde düşüp kaşımı patlattığımda karnını tuta tuta gülen arkadaşıma kinlendiğim kadar kinliyim sana karşı şu anda.

Kezban lö Paris; sana da bu sabah itibariyle yaşadığım son taksi maceramı anlatmak istiyorum. Yok lan galiba istemiyorum. Bütün yaşam enerjimi sömürdü ipneler.

Demek üniversal Emre Aydın ha? Öyiimiş harbiden.

Serdar Nalçakar dedi ki...

bir istanbullu olmayarak istanbul'daki bu o.ç taksici akımı beni de oldum olası korkutmuştur; lakin llah yüzüme bakıyor olsa gerek (daha sonra istanbullu arkadaşlarımın dediğine göre) kazıklanmadım hiç. nerede diyarbakırlı candan abi var, nerede eskişehir'de okuyan kızı olan abi var beni buluyor. ve hep onlar bulsun beni. trablusgarp'a gitmek istemiyorum ben.

kaba şimşek dedi ki...

peki neden hiç hem fakirim hem de tahterevanla igdaşa gitmek benim neyime diye düşünmüyorsun. sonra da vay efendim ben şeyapınca da şeyaptı oluyo filan diyon mu ne diyon noluyo orda? şşş? :/

ne ben olabildim ne de başkası dedi ki...

orospu çocukları:)))

sami hazinses dedi ki...

her gelenden ortalama 150 lira alsalar, paranın amına koyuyor demektir igdaş.

Aylin Balboa dedi ki...

Hepsinizi öbüyorum.

Kaba lan, vodka çok güzel çıktı olum. Bir yerden sonra kendimi Raskolnikov sanmaya başladım yani düşün, o derece Rus'luk yürüdü damarlarıma. Şşş, başka var mı? ahuahauh. Çok fakirim de ben :/

kaba şimşek dedi ki...

yaa sen içince sapıtıyon o yüzden başka yok. yani var da bana kadar lsdkfjdlskfjldskfjsl

her boku bilen adam dedi ki...

http://herbokubilenadam.blogspot.com/2009/12/ayn-yazlar-7.html

Aylin Balboa dedi ki...

Şöhretimi kontrol edemiyorum artık :/

aa bak ne guzel yorum dedi ki...

Telefonla konusurken bindigim taksinin drayviri de niro o kadar akilliydi ki aksanimi cakmis once memleket nire agabey diye sordu. Verdigim cevaptan sonra "beni en yakin metroya birakirmisin" dedigim besiktasta bana aynadan sok gecirmis numarasi yaparak ve gozlerini dikip mal mal bakarak "metro mu? Burda metro yok ki" deyip tepkimi bekledi...

"Sonra ben bu adamlara orospu çocukları dediğimde vay efendim niye orospu çocukları diyormuşum filan.."

du, levande dedi ki...

haydaa eski yazıymış la bu. tivitırdan girdim yazıya sonra kaybettim iki saattir arıyorum yani :/ naletler olsun o yağmura diyecektim ama ona değil bugünküne olsun diyeyim mademse. ıslattı beni :/