5 Ağustos 2012 Pazar
Tavan Arası
Blogu takip edenlerin hiç şaşırmayacağı bir cümle kurucam şimdi: Aile evindeydim ve sıkıntıdan kendimi dişlemek üzereydim.
Annemin bir şey istemesi üzerine tavan arasına çıktım ve karşılaştığım manzara karşısında gözümde şimşekler çaktı. Annemin çatı diye adlandırdığı ancak çok Amerikanca tınladığı için benim tavan arası demeyi tercih ettiğim bu yerde, ihtiyaç duyulmadığı için kaldırılmış mobilyalar, bir heves alınıp sonradan hiçbir sikime yaramadığı fark edilmiş ya da daha yeni modelleri çıktığı için atılmış birtakım cihazlar, sahipleri büyüdüğü için vazgeçilmiş oyuncaklar, içinde ne olduğunu bilmediğim karton kutular ve sınıflandırmaya üşendiğim bi dünya ıvır zıvır vardı. Oldukça uzun zamandır buraya hiç çıkmamıştım ve sıkıntıdan tehlike sinyalleri veren tüm iç organlarımı da yanıma alıp derhal burayı keşfe daldım.
Önce biraz bahsettiğim cihazları bızıkladım. Halı yıkama makinesiyle tüplü televizyonu birleştirip sonra da işte bunları amfiye bağlasam ve bir mouse yardımıyla yönetsem filan derken saçmaladığımı fark edip yün sepetine yöneldim. Oha bunlarla hırka, battaniye veya çadır örebilirdim. Nah örebilirdim. Bende o sabır ne gezer. Dambıllara yöneldim ve Rocky’yi düşünerek birkaç kez kaldırdıktan sonra bu kadar kasın bana yeteceğine karar verdim çünkü kollarım ne biçim de koptu. Kolilerin birinin üstünde bir yumurta gördüm. Oyuncak mı gerçek mi olduğunu anlamak için şöyle bir pıtlatayım derken kırılmasın mı? Kırılınca parmağım içine girmesin mi? Girince ben feryat figan bağırarak alt kata koşmayayım mı? Koştum. Çünkü bu bir dinozor yumurtası olabilirdi sonuçta. Ama değilmiş. Annem baktı. Karga yumurtasıymış meğer. Ehi.
Tekrar yukarı çıktım ve içinde ne olduğunu bilmediğim kutuları açmaya başladım. Sonra işler değişti.
Böyle şeyler yapmadan önce karşılaşabileceklerinize kendinizi hazırlamanız gerekir. Çünkü eski ve tozlanmış kutulardan genellikle insanın üstüne hatıralar atlar. Ve hepimiz çok iyi biliriz ki hatıralar sadece hatıradır ve bir daha hiç yaşanmayacaklardır.
Babamın hasta olduğu zamanlardan kalmış bir reçete buldum. Teşhis kısmında parietal kitle yazıyor. Tıbbi adını unutmuşum. Halbuki o zamanlar bir çözüm bulmak adına ne çok doktora sormuştum bunun anlamını. Ne diyordum, bir daha hiç yaşanmayacaklar. Babam bir daha hiç kanser olmayacak en azından.
Bir kutunun içinden abimin bir sürü ayakkabısı çıktı. Tekrar giyebilir belki diye saklamış annem. Ayakkabıların içine biraz ağladım işte. Sonra geçti.
Yine bir kutunun içinde abimin defterlerinden birini buldum. Kaza yapmadan önce Kocaeli Üniversitesi Spor Akademisi’nde İleri Sürüş Teknikleri dersi vermeye hazırlanıyordu. Notlar almış. Motosiklette ön fren kullanımıyla ilgili yazdıkları içimi biçti. El yazısını bu şartlarda yeniden görmenin yarattığı duygudan ise hiç söz etmek istemiyorum.
Üniversitedeyken tuttuğum deney defterini buldum sonra. Son sınıftaydım ve babam hastaydı. Mezun olduğumu görmesini istiyordum. Bu dersi verirsem diğerlerini bütünlemelerle geçme ihtimalim vardı. O yıl çok çalıştım. Geçme puanına defterin de etkisi olacaktı ve mükemmel bir deney defteri hazırladım. Üstelik hoca, sık sık hastaneye gitmek zorunda kaldığım için babamın durumunu da biliyordu. Ama yine de beni dersten geçirmedi ve okulu uzattım. Mutsuz olmasını dilediğim çok az kişi var ve bu hoca da onlardan biri. Fotoğrafçıya gidip bi tane kepli fotoğraf çektirmiştim ve babama getirip “Ben mezun oldum merak etme.” demiştim. Tüm ağrısına rağmen gülümseyip gözleriyle başucuna koymamı işaret etmişti. Konuşabilseydi mutlaka güzel şeyler de söylerdi. Son anına kadar o fotoğraf orada durdu. Amına koyayım. Bunları hatırlamak istememiştim.
Kasetler, gazete kuponlarıyla alınmış ansiklopediler, buradan bakınca içine nasıl sığdığımızı aklımın almadığı küçüklükte kıyafetler, günlükler, mektuplar, fotoğraflar, kardeşimin sapanı, abimin kayak maskesi, ablamın resim defteri filan. Bir sürü şey bir anda kullanıldıkları zamanların sesleriyle gelip ebemi sikti anlayacağınız.
Günün en güzel ganimetiyse babamın fotoğraf makinelerini bulmam oldu. Böylece biraz kendime geldim.
Sonra kutuları ve hatırlattıklarını bir tarafa bırakıp işe giriştim ve tavan arasında kendime enfes bir çalışma köşesi yaptım. Açık konuşmam gerekirse götümden ter aktı. Muhtemelen burayı hiç kullanmayacağım ama iyi oldu yine de, yeniden unutmak için zaman geçti.
Tüm bu anlattıklarım doğrultusunda size şu kadarını söyleyebilirim dostlarım; hatıralarınızı çok kurcalamayın. “Herkesi özlemeye başlıyorsunuz sonra.”
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
23 yorum:
ben de tam hatıralarımı kurcalamaya başlamıştım ki tesadüfen okudum yazını. ve evet haklısın her zaman yüzde bir tebessüm bırakmıyor hatıralar...
Yol yakınken dön dostum, sen beni dinle.
Bu hafta bi dostumu kaybettim, boktan bi bel agrisindan! 2 farkli kitada yasiyoduk ama kendi evimdeki kahve makinesinden pisirdigim baliga herseyde hatira bulup hönküre hönküre susuyorum. Yazdiklarin iyi geldi yine de. Gecen gün abini düsündüm bi de, baska yerlerde yapilacak biseyler yok mu onun icin? Ne biliim baska bi ulkede falan? Isvicrede dedemin beyin ameliyatini yapan cok iyi bir profesor vardi gerci artik yaslanmistir ama arayip bulsam mi?
camin onundeki koltuk uzerine oturana huzurlu bir olum vaat ediyor sanki.
Aferin, canıma okudun :S ama şu da olabilir; hani biz nasıl burada yazışıyosak, arkadaşlık ediyosak, babalarımız da orda tavla atıyo olabilir mesela... gerçi benimki tavla oynamaz, ee şey olsun, okudukları kitapları tartışıyo olabilirler evet.
Yurege dokunmasini cok iyi biliyorsun..
Polaroidler...Hazine bulmuşsun entel.Filmlerini bulmak bir hayli zor ama bunların. Geçen yıl hayyam pasajından onluk bir filme seksen yetele bayılmıştım. Üretilmiyor ya, malum. Tavan arası deyimli çatıya bayıldım. Şey gibi, ney gibi. Oğuz Atay'ın unutulan öyküsündeki gibi. "sevgilim, seni ne çok yalnız bırakmışlar dedirtecek cinsten..."
Pini; hatıralar zihnin tuzakları, unutmak ise en büyük tedavi. Unutmaya çalışmak lazım. Abim için ise, o kadar çok aradım ve o kadar hayal kırıklığına uğradım ki yeniden hayal kırıklığına uğramak için biraz yorgun hissediyorum. Çok teşekkür ederim yine de.
Adsız; huzur vadediyor daha ziyade. Ama kafa bomboş olduğunda.
Cm; benimki de tavla oynamazdı ama yapacak bir şey buluyorlardır mutlaka. Canını yerim, hadi gül ::
Dwarfwaves; kendi kendimin ağzına sıçmayı çok iyi biliyorum, bir kısmı size de sirayet ediyor olabilir. Eyvallah.
Annebakblogyazdım; hem de ne hazine. Kaybolduklarını sanıyordum. Çok kısa bi an için babam canlanmış gibi bile hissettim ::
Bi de burası neye benziyor neye benziyor diye düşünüp şahsi geçmişimin perdelemesi yüzünden bir türlü bulamıyordum. Gayet tabi Oğuz Atay'ın öyküsündeki yere benziyor, sen çok yaşa ::
Kim demiş unutmak güzeldir diye... Bazı zamanlarda tüm kötü anılara rağmen hatırlamak güzeldir. Her şeye rağmen.
Ne mutlu sana...
Not: Bu arada o hocayı elime verseler kaşıkla oyardım...
oha daralmanın maksimum seviyelerindeyken zıçtı ağzıma .. eksik olmayınn ..
Yine çok güzel okudum. Yine biraz gözlerim sulandı.
İyi ki yazıyorsun diye düşünüyorum hep.
Sağol.
Ben zaman zaman temizliyorum. Elime geçeni atıyorum yani. Hepsi içimde yükler aslında. Onları atamadım gitti.
Erkan Şen; ben yine de "hafıza-i beşer nisyan ile maluldür" vaziyetine minnettarım. Teşekkürler.
Philosophia; sağolasın, sen de eksik olma.
La Loba; atamadıklarını da güzelce katlayıp yerleştirmek epey iyi bir yöntem. Alelacele tıkıştırmak yerine yani. Böylece beklenmedik zamanlarda karşına çıkmıyorlar. En azından çoğu zaman.
Ve Meltem Gürle; sözlerinin ve varlığının bana nasıl cesaret verdiğini bilemezsin. Seni tanıdığımdan beri böyleydi, tanıştığımızdan beri daha da arttı bu. İyi ki varsın.
güzel diyeceğim, güzel değil, acıttı diyeceğim yetersiz, vurdu resmen...
bazen eski ben'i kaldırıldığı kutuda bırakmalı, tıpkı bir zamanların romanlarında
yolunu kaybetmiş bir denizciyi ıssız bir adaya terk ettikleri gibi...bir dakika ama, benim söylemek istediğim bu değildi ki; "çok iyi, sayın yazar. iyi bok yediniz. bizi ağlattınız..."
bi yorum yapıp kacıcaz..
İki senedir bir ağlayıp bir gülmekten ruh hastası oldum. Ruhuna hasta oldum...
her yazında hisleniyorum. neler yaşıyo insanlar yine de ayaktalar diyorum. ve takdir ediyorum seni. çok.
abinin durumunu da biraz merak ediyorum. ama acıyı deşmek istemiyorum.
Zamanı gelip de bulurum,hatırlarım,yıkılır dağılırım diye mi acaba hiç bir anıyı saklayamıyorum.Elim onu bulup gözüm görüp yok ediyor adeta.Kendimi silip silip atıyorum sanki ama işte..Böyle yazılarda o attıklarım arkamdan kovalıyor beynime elime gözüme küfrediyor.Aferin bana.
bu yazıyı ilk okuduğumda yoldaydım, herşeyi bırakıp yola çıkmam gerekti, o yoldan dönemedim ama yazını gün aşırı okuyorum ve içim acıyor.
Burayı neden muhtemelen kullanmayacağını anlayamadım. Harika bir mekan olmuş.
Bu toprakta da bi Salinger bitecekti elbet. Âmin.
Yorum Gönder