10 Ocak 2016 Pazar

Köpüksüz Zamanlar


Üniversiteden mezun olur olmaz Doğu hizmeti için Dersim’e çalışmaya gitmiştim. Mecburiyetten. Hayatta kalmanın bir yolunu bulmam lazımdı ve o zamanki şartlarımda bu, şahsi trajedilerimden kaçmak için hiç fena bir yol gibi görünmemişti. Kaçarak kurtulunabileceğini sanacak kadar küçüktüm henüz. Uğur benden de küçüktü.

“12 yaşında 13 kurşunla.” Günlerce kulaklarımda çınladı bu cümle. 12 yaşında 13 kurşunla. Çünkü tüm devletler korkaktır.

Size Uğur Kaymaz’ın hikayesini ben anlatmayacağım, çünkü onun hikayesini bilmiyorsanız gerçekten utanmanız gerekir. Bilince de başka türlü utanıyor insan. Zaten bir kalbiniz varsa her gününüz utanarak geçer.

Küçücük sobalı bir evde yaşıyordum. Başlarda, tepelerden gelen silah sesleri sizi korkutuyor ama sonra alışıyorsunuz. Her şeye alışıyoruz çünkü aşağılık bir mekanizmamız var. Akşamları sobamı yakıyor, o sesleri duymayayım, içimdeki sesleri duymayayım diye “büyük şehir”den getirdiğim CD’lerden birini açıyor ve saatlerce tavana bakıyordum. İki yılın neredeyse tamamı böyle geçti.

Hapishane duvarlarına mahkumların neden sürekli bir şeyler astığını anlamıştım orada. Delirmemek için yapıyorsunuz. Size ait olmadığını düşündüğünüz bir hayatın içinde debelenirken, aslında size ait olan hayatta neler varsa onları duvarlara asıp hatırlamaya çalışıyorsunuz. Benim evimin duvarı da böyle alakalı alakasız bir sürü şeyle doluydu ve her geçen gün yenilerini ekliyordum. Kendi küçük tımarhanemde öyle ya da böyle yaşayıp gidiyordum.

Uğur’u Kasım 2004’te öldürdüler. Yıldırım Türker, Radikal gazetesinde konuyla ilgili içimi çok kıyan bir yazı yazmıştı. Kesip duvara asmıştım onu da. Uğur, babasıyla beraber evinin önünde devlet tarafından “karanlıkta büyük adam gibi görünüyordu” gibi korkunç bir gerekçeyle öldürüldüğünde ayağında terlikleri varmış. Ayağında terlikleri. 11 yıl oldu. Uğur, hala bazı geceler ayağında terliklerle rüyalarıma gelip göğsümü eze eze yürür.

Bir gün bir arkadaşım geldi eve. Yazı dikkatini çekti, niye astın bunu dedi. İyi niyetle sordu sandım, öyle değilmiş. “Buna mı üzülüyorsun” dedi, “çocuk teröristmiş işte.” Çocuk teröristmiş. Çocukla terörü aynı cümle içinde nasıl kullanabildiğine inanamadım. Bir kalbiniz varsa her gün utanırsınız, yoksa kolay.

Olmasa kolay. Kimse ölmüyormuş, öldürülmüyormuş gibi yaşamakta ne var, mis gibi yaşar gideriz. Yaşayıp gidenler görüyorum, içim çekiyor, özeniyorum. Ama olmuyor. Kafamı nereye çevirsem ceset fotoğrafları görüyorum. Burada cesetlerin çocuk ya da büyük ya da asker ya da gerilla ya da mülteci olmasından bahsetmiyorum, ölü olmalarından bahsediyorum. Ölü insanlar görmekten yoruldum, yorgunluktan ölecekmiş gibi hissediyorum.

Tam bu noktada, aslında ters bir manevra yapıp neşeli şeylerden bahsetmek isterdim. Eğlenip sevinebileceğimiz şeylerden.  Ama hafızamın dolaplarını çekmecelerini ne kadar karıştırsam da bu ara öyle hikayeler bulamıyorum.

Arkadaşlarımla buluşuyorum mesela, gülüyoruz ediyoruz. Herkesin, her gülüşün sonunda farkında olmadan iç çektiğini görüyorum. Uzun zamandır insanları iç çekişlerinden tanıyorum.

Yeni ilgi alanları edinirsem belki iyi gelir diyorum . Gidiyorum çizgi roman dükkanlarında saatler geçiriyorum. Ya da sağdan soldan tohumlar fideler bulup çiçekler ekiyorum.  Düpedüz korkaklık yapıp, haberleri takip etmeyip, bütün bunlar yokmuş gibi yaşamaya çalışıyorum. Olsa kolay. Olmuyor. Gün sonu bakiyesini aldığımda en üstte hep o iç çekiş kalıyor.

Kafamızı nereye çevirirsek çevirelim o kurşunlar içimizden geçiyor. Kevgire dönmüş ruhlarımızla daha ne kadar idare edebiliriz? Hiç bilmiyorum.

Siz bu satırları okurken, ülke ne halde olacak kestiremiyorum. Kimseye akıl vermek haddim değil. Kim haklı kim haksız artık umurumda da değil. Sadece hayatım boyunca içinden kurşunlar geçen herhangi bir savaşın herhangi bir tarafında olmayacağımı biliyor, bunu size de tavsiye ediyorum.


Ağzı köpürerek konuşan insanlardan çok bıktım. Hepimize köpüksüz zamanlar diliyorum.
.
Not: Bu yazı KAFA dergisinin Ekim 2015 sayısında yayımlanmıştır.
.

Hiç yorum yok: