24 Kasım 2009 Salı

Yeri gelmişken yeniden: Think Different Örtmenim!


Bu benim ilk nefs-i müdaafa denemem, kusuruma bakmazsınız umarım örtmenim.
Ne güzel konuşuyorsunuz, ninni gibi...
Az biraz kıssa kesseniz de hissemizi alsak ya örtmenim.
Anlattıklarınızı yersem kilo alır mıyım örtmenim?
Nüfus kâğıdı suretim, sahiden aslı gibi midir örtmenim?
Yedi ceddimin kızlık soyadını ezberledim, işlerim kolaylaşır mı örtmenim?
Periyodik cetvel de cennetten mi çıkmıştır örtmenim?
Vurduğunuz yerde gül bitmiyor, mâlum küresel ısınma örtmenim.
Beni gözümün yaşına bakmadan biçtiniz,
eliniz değmişken hani bir de dikiverseniz diyorum örtmenim.
Bu şerefsiz müdür, müdür müdür örtmenim?
Boynuma Kolombiya Kravatı taksam yakışır mı örtmenim?
Beri beri hastalığını her duyduğumda halay çekmek istemem beni ruh hastası mı yapar örtmenim?
Sirke sineğinde 8 kromozom olduğunu bilmem ne işime yarayacak örtmenim?
Çarpım tablosuna başlarken besmele çekmezsek çarpılır mıyız örtmenim?
Elde var bir’i eve götürebilir miyim örtmenim?
Bir gün bir gün bir çocuk, eve de gelip kimseyi bulamadığı günden sonra hapçı oldu örtmenim.
“Alem göt olmuş”, “Batsın bu dünya”, “Sen de mi Leyla?” gibi fişler daha kullanışlı olmaz mı örtmenim?
Zira Ömer mısır yemeyecek, Ali de artık gelmeyecekmiş örtmenim.
Bizi yoklayacağınıza kendinizi bi yoklasanız ya örtmenim.
Bezirgân başı kapıyı açmıyor örtmenim.
Ali Baba’nın bir çiftliği, 2 alışverişi merkezi, İstanbul’un göbeğinde 3 katlı otoparkı, 23 apartman dairesi ve antika araba koleksiyonu var artık örtmenim.
Sesimizi yer gök su dinlemiyor, sert adımlarla hiçbir yer inlemiyor örtmenim.
Tohumlar fidana, fidanlar ağaca, ağaçlar kalasa dönüyor yurdumda örtmenim.
Kolaysa gel sen burda derdi unut, orman ne güzel ne güzel di mi örtmenim.
Bana mutluluğun resmini satırlardan taşırmadan çizebilir misiniz örtmenim?
Şu yıldızı kızıla boyasam suç olur mu örtmenim?
Ortasından delip boynuma astığım kokulu silgimle dünyadaki bokluğu silebilir miyim örtmenim?
Size İzafiyet Teorisini anlatsam, elmamı kimyasal kullanmadan kırmızıya boyayabilir misiniz örtmenim?
Çekirdeğimi çitlediniz, sitoplazmam işinize yarar mı örtmenim?
Yıllar sonra sınıf arkadaşlarıma feysbuktan poke göndereceğime and içerim örtmenim.
Karşıdan karşıya geçerken önce sola, sonra sağa, sonra tekrar sola derken milletçek nereye bakacağımızı şaşırdık örtmenim.
Milletvekillerini vergi numaralarından arıyorum, telesekreter çıkıyor örtmenim.
Yerli malı haftasında politikacı getirsek afiyet olur mu örtmenim?

Korkuyorum sönecek bu şafak
Larda yüzen al sancak örtmenim!
Türküm-doğruyum-çalışkanım
Görmedim-duymadım-bilmiyorum örtmenim.
Küçüklerimi korudum, büyüklerimi saydım,
Şimdi izninizle size sövebilir miyim örtmenim?

Sabahçı, öğlenci bizi kesmedi.
Top yekûn akşamcı olsak ya örtmenim.

Belki de bu dünya, başka bir gezegenin cehennemidir
di mi di mi di mi örtmenim?

Kaldırdığım parmaklar götünüze uydu mu örtmenim?

Manî oluyor hâlimi tasvire hicabım
Yeni nesil sizin esiriniz oldu
memnun musunuz örtmenim?

Şimdi akıllı olduk, sınıfları doldurduk.

Çok kötü kakam geldi, çıkabilir miyim örtmenim?
.
.

15 Kasım 2009 Pazar

Oto-büs!

.
“Kızım kayar mısın?” dedi.

Gömüldüğüm romanın arasında hangi gezegende yaşadığımı bile unutmuşken böyle bir soruyu anlamlandırmam güç oldu. “Kaymam” dedim. Adam belli ki bu cevabı beklemiyordu. “Şunu uzatır mısınız?”dan sonraki en normal toplu taşıma repliği olan bu soru, çoğu zaman bir cevap bile gerektirmeden söylenene riayet etmekle noktalanırdı. İtirazıma bir gerekçe göstermeliydim. “Ben daha önce inicem” dedim. Böylece, adamın nerede ineceğini bilmememe rağmen iddialı tavrım sayesinde oturduğum koltuğu hak etmiş oldum. Aslında koltukla duygusal bir bağım yoktu, sadece adamın onca boş yer varken yanıma oturmak istemesine uyuz olmuştum.

Parmak uçlarına basarak yürüyünce uzayda daha az yer kaplandığına dair yaygın inanışın temsili sofistike hareketlerle yan tarafıma geçen bu adam bir amcaydı ve götü koltuğa kavuşur kavuşmaz bana dönüp bir şeyler anlatmaya başladı. “Her türlü iletişime kapalıyım” mesajı vermek için elimde tuttuğum kalkan niteliğindeki kitap, amcanın hiç sikinde değildi. Kısa bir girizgahtan sonra, “Alacaklılarımdan alacaklarımı alabilsem alacaklarımı alıcam ama alamıyorum ki” gibisinden bir cümle kurdu. Daha önce “almak” kökünden türetilen bu kadar çok kelimeyle aynı cümle içinde karşılaşmamıştım. Bunların “almak” kökünden geldiğine de emin değildim. Belki de amca böyle bir cümleyi hiç kurmamıştı. Ama kesin olan bir şey vardı, o da amcanın dertli olduğuydu.

Kısa bir süre önce, kendim üzerinde yapılan deneylerin de etkisiyle dert paratoneri olduğumu keşfetmiştim. Etrafımdaki insanlar, tanıdık olsun olmasın, çenelerini açar açmaz bütün sıkıntılarını üzerime boca ediyor ve her şeyi düzeltecek cümleler kurmamı bekliyorlardı. Elimde bir sihirli değnek tuttuğum izlenimini nasıl oluşturduğumu bilmiyordum. O dertleri topraklayacak bir mekanizmaya sahip değildim. Ve Allah biliyor ya, bir değneğim olsa o değneği alır…… Neyse.

Amca, her yeni durakta paragraf başı yapıp başka bir alacaklısından bahsediyordu. Yol uzadıkça dolandırılma miktarı ve dolayısıyla dert artıyor, çare azalıyordu. Ben, nereye varacağını bilmediğim bu grafikteki koordinat düzlemiydim. X’ler ve Y’ler, ellerini kollarını sallaya sallaya yanımdan geçerken amcanın yüz ifadesi daha da dokunaklı bir hal alıyor, bu sebeple de inanmayacaksınız ama içim kıyılıyordu. Yaşlı ve çaresiz insanlara karşı oldum olası bir zaafım vardı.

Ben amcacığımın anlattıklarına “hı-hı”, “tabi”, “hayat..” gibi gayet sikko tepkiler verirken amca birden Keynes’in tüketim teorisinden bahsetmeye başladı. Onca anlatılandan sonra kafamdaki vantilatör kayışının* yandığına karar verip hayal gördüğümü sandım. Çünkü kullandığı terimler bir amca için fazla bilimseldi. Ama amcam konuşmasını makro ve mikro iktisat politikalarıyla taçlandırıp Say Kanunu’yla iyi bir orta yaptıktan sonra Kardinal Fayda ile topu ağlara gönderince “nasıl bir senaryonun ortasına düştüm lan” diye endişelenmeye başladım. Az önceki dertli amca gitmiş, yerine adeta bir ekonomi gurusu gelmişti. Bu arada civardaki birkaç yolcu sık sık bize bakıp aralarında fısıldaşıyorlardı. Amca, onlara da acayip görünüyor olmalıydı. Neyse ki birkaç durak sonra tüm bu saçmalıktan kurtulacaktım.

“Kızım kayar mısın?” dedi.

Otobüse yeni binmiş bir teyzeydi bu. Bana diyor olamazdı. Arkama baktım. Arkama da diyor olamazdı çünkü oradaki koltuklar da doluydu. Kadın bakışlarını üstüme saplayıp “kaysana oturucam!” diye sert yaptı. Aklım yerinden çıkmak üzereydi. Yanımda bir amca olduğunu görmüyor muydu? Yoksa görmüyor muydu? Lan yoksa yanımda kimse yok muydu!!! İçimden olduğunu sandığım ama dışıma da taştığını anladığım koca bir “hassiktiiir” çektim. Demek kaderde şizoya bağlamak da vardı.

Anladığım kadarıyla asabi teyzenin yakını olan başka bir teyze kadının koluna girip onu başka bir yere oturttu ama benim için onların rolü bitmişti zaten. Ben yanımdaki amcaya dehşetengiz gözlerle bakıyor ve onun yokluğuna kendimi ikna etmeye çalışıyordum. Onca boş yer varken yanıma oturmasından işi uyanmasam da iktisat miktisat işlerine girince onun gerçek olmadığını anlamalıydım. İyi de hayal arkadaşım niye bir amcaydı ve nasıl bu kadar bilmediğim şeylerden bahsedebiliyordu ve yani aslında ben bunları nerden biliyordum? Bekleme salonu televizyonlarında açık kalan ekonomi kanallarından fark etmeden mi öğrenmiştim bunları acaba? Ne biçim amına koduğumunun bilinçaltıydı lan bu!

Yeni akıl hastalığımı hazmetmem kolay olmayacaktı ve ben artık bir an önce evime varmak istiyordum. İnmem gerekenden bir durak evvel kalktım ve kapıya yöneldim. Belki biraz yürümek bana iyi gelirdi. Böylelikle durumu daha iyi değerlendirebilirdim. Amcam arkamdan “memnun oldum kızım” diye seslendi. Dışımdan bir cevap vererek fısıldaşanlara kendimi daha fazla rezil etmek istemedim ama içimden “seni bulacağm olum” dedim.

Tam kapıdan inerken asabi teyzenin yakını olan teyze omzumdan tutup “kusura bakma evladım, ablamın sinirleri bozuk bu ara, bazen böyle saçmalıyor işte, o yanınızdaki adama da çok ayıp oldu ama hoş görün artık” diyerek özürler diledi.


Uzunca bir süre toplu taşıma araçlarına binmemeye karar verdim.
.
.

4 Kasım 2009 Çarşamba

Âsâb-ı Mesel!

.
Bir gün bir cinayet işleyeceksem bunun yağmurlu bir havada gerçekleşeceğine emindim artık. Önümüzdeki 3 yıl boyunca, yanımda kuraklıktan bahsetmeye kalkanların ağzının tam ortasına bi tane geçirecek kadar çok rutubetli anıya sahiptim. Üstelik ihmalkârdım. İhmalkârlığımın konuyla ilgisi ise hala açtırmadığım doğalgaz aboneliğiydi. Doğalgaza, abonesi olacak derecede fanatik duygular beslemiyordum. Ancak sürekli beni takip ederek her akşam evime gelen donmuş götüm benimle aynı fikirde değildi ve karnıma gönderdiği sinyallere bakılacak olursa, tuvalette sürrealist çalışmalara imza atmam an meselesiydi.

İgdaş’a gidip bu meseleyi halletmek üzere işten erken çıktım ve iç organlarıma kadar ıslandıktan sonra bir taksi buldum. Hedefi söylediğimde şoförün suratı asıldı. Belli ki onu tatmin edecek bir mesafe değildi. Böyle havalarda, “Trablusgarp’a çek abi” deseniz bile memnun olmazdı bu ipneler. İçimde yağmur suyuyla beslediğim bir çaçaron olduğundan habersiz şoför, agresif vites hareketleriyle kendince trip atıyor ve aklınca bana bir ders veriyordu. Tam o tuttuğu vites koluna uygun gördüğüm yerlerini seviyeli bir şekilde izah etmeye hazırlandığım esnada bir arkadaşım aradı ve bana, taze ayrıldığı sevgilisiyle yaşadığı tüm hatıralarını depolayabileceği bir harddisk muamelesi yapmaya başladı. Öyle ki o anda ölsem, aşk hayatları bir film şeridi gibi gözlerimin önünden geçecek kadar duruma vakıf olmuştum.

Ben, tüm tahammülsüzlüğüme rağmen kırmak istemediğim arkadaşımı dinlerken, alçak şoför el-kol hareketleriyle trafiği bahane ettiğini belli ederek dandik bir sokağa saptı. Anladığım kadarıyla o sokak ebesinin amına çıkıyordu zira daha önce buraları hiç görmemiştim. Bir İstanbul klasiği olan taksici kazıklamasına maruz kalıyor ancak kulağıma tümör tohumları eken arkadaşımın 4 çekerli çenesinden fırsat bulup duruma müdahale edemiyordum. Çaresiz, telefon konuşmamın bitmesini bekleyecektim. Ama bu sefer bir değişiklik yapıp herifle kavga etmek yerine, inerken, didaktik öğeleri ağır basan bir konuşma yapmaya karar verdim.

Bitmedi. Taksi şoförüne, 4 kişilik bir ailenin bir haftalık mutfak masrafını karşılayacak meblağı paşa paşa teslim ederken de, İgdaş’ın kapısından girerken de o konuşma bitmedi. Neyse ki şarjım bitti. Bu sayede içime girdiğinden beri ayakta bekleyen sinirime oturacak bir yer gösterdim. Biraz zaman ikimize de iyi gelecekti.

Abonelik işlemlerinin yapıldığı kata çıkarken, kendimi sinirleri alınmış bir dana eti kadar pelte ve löpçük hissediyordum. Hatta sıra numarası alırken manasızca gülümsedim bile. Galiba aşırı yüklenmeden kafam güzel olmuştu. Ama o gülümseme, makineden çıkan kağıttaki rakamla yukarıdaki tabeladaki rakam arasındaki farkın 93 olduğunu idrak edene kadar sürdü. Tanrı benden hatırı sayılır bir cinnet geçirmemi bekliyor olmalıydı.

İnanmayacaksınız, bekledim. Benden önceki tam 92 kişinin işlerini halledip kelebekler gibi süzülerek çıkmalarını bekledim. Birazdan ben de onlardan biri olacaktım. Bu sabır imtihanını atlamama ramak kalmıştı. Çok az kalmıştı. Başarmak üzereydim… İşte tam o anda, memurlardan biri mesai saatlerinin dolduğuna dair açıklama cümlesini bitirmeden yerimden fırladığım gibi…

O arayı hatırlamıyorum. Kendime geldiğimde bir memurun karşısında oturmuş evraklarımı uzatıyordum. Adamın bana karşı gösterdiği endişeli ve muazzam ilgi, az önce içimdeki Hayko Cepkin’i serbest bıraktığıma işaretti. Belki tam da bu yüzden, hiç de gönlüm olmayan bu aboneliğe ödemem gereken paranın 246 TL olduğunu söylemesi için başka bir memurun yardımına ihtiyaç duydu. “Oooohaaa”ydı. Gün yüzü görmemiş küfürlerimi adamların yüzüne yüzüne höykürmemek için hışımla evraklarımı alıp çıktım. Yeteri kadar olay çıkarmıştım.

Binanın önünde çeşit çeşit taksi vardı ancak malum filmdeki hali ve dane dane benleriyle Robert De Niro yanaşıp “götürelim apla” dese bile taksiye binmem söz konusu değildi.

İnsanın yağmur yağarken verdiği refleks bellidir. Ya koşarsın, ya şemsiye açarsın, ya da bir saçak altına saklanırsın filan. Ben yürüdüm. Aheste aheste yürüdüm. Sonsuz bir umursamazlıkla yürüdüm. Çünkü artık daha fazla sinirlenemeyecek kadar sinirli, bir damla daha ıslanamayacak kadar ıslaktım.
.