24 Şubat 2016 Çarşamba

Zevk Alamıyorum

.
Yıllar önce Rize’ye, bir arkadaşımın ailesini ziyarete gitmiştim. Kendi ailem gibi severim onları, öyle can insanlar. Biz, arkadaşım ve kardeşleriyle, serendere çıkıp manzaraya karşı epey alkol tüketmiştik. Gündüz vakti niye o kadar içmiştik hiç hatırlamıyorum. Ebeveynler de bu alkol işinden pek hazzetmiyorlar. Çaktırmayalım ve bir kenarda oturup ayılmayı bekleyelim diye salona geçip televizyonu açtık. Anneyle teyzeler yemek hazırlığındalar. Konuşmaz, dikkat çekmezsek yakalanmayacağımızı umarak başladık sessizce televizyon izlemeye. Bir müzik kanalı açık kalmıştı ve siyah-beyaz bir Paris Hilton klibi dönüyordu. Kilitlenmiş vaziyette izlemeye koyulduk. Hadise bir plajda vuku buluyordu. Sanatçımız, artık derdi her neyse, sürekli kendini elliyor, kumlarda sürükleniyor, şarkının tempolu yerlerindeyse, yanında beliren beyefendiye doğru kerkinip duruyordu.  Büyük bir dikkatle neyin peşinde olduğunu anlamaya çalışıyorduk. Büyülenmiş gibiydik. Klibin bitmesine yakın, ekranın alt kısmında şarkının adı yazdı. Hepimiz çift gören gözlerle okumaya uğraşırken Yunus,  sanki orada yazan şey gerçekten buymuş gibi heceleyerek “Zevk a-la-mı-yo-rum” dedi.

***
Gözümü açtığımda aklımda bu hatıra vardı. Sabahın körüydü ve sabahın körleri asabımı bozuyordu. Sigarayı bıraktığımdan beri daha çok. Çünkü bilirsiniz, yeni bir günün ne anlamı var.
Yatağın içinde Gregor Samsa misali debelendim ama doğrulamadım. Bir sabah bunaltıcı düşlerimden uyandığımda, kendimi sigarayı bırakmış biri olarak buluşumun üzerinden iki hafta geçmişti ve bu benim için devcileyin bir sorundu. Ben de artık Paris Hanım gibi hiçbir şeyden zevk alamıyordum. O yönetmenler gelsinlerdi de asıl benim klibimi çeksinlerdi.

Ardımda, çile gibi geçen bir yarım ay bırakmıştım ve işler hala hiç kolaylaşmamıştı. Herkesi dövmek, yangınlar çıkarmak, bombalar patlatmak istiyordum. Sanki eskiden az varmış gibi, bırakınca daha da çok sinir geldi bana. İnternet araştırmalarım krizleri azaltmak için bol bol su için diyordu mesela. İçtim. Dünya kadar su içtim. Damacanaya fortum bağladım adeta. Fakat bu sefer de çok afedersiniz insan tuvaletten çıkamıyor. Bu yöntem pek hoşuma gitmedi.

Bir başka yol olarak da kriz geldikçe sıcak suyun altına girmeyi öneriyorlardı. Fakat benim durumumu kriz gelmesi olarak ifade etmek yanlış olurdu. Benden kriz gitmiyordu. Böylece duştan çıkamaz oldum. Elim ayağım büzüşene kadar suyun altında kalıyor, acıkınca bir şeyler yemek için çıkıyor, sonra tekrar banyoya koşuyordum. Ülkede bir kuraklığa mahal vermemek için bu yöntemle de yollarımı ayırmak zorunda kaldım.

Yüksek bağımlılık durumu varsa takviye alınabileceğini söyleyen doktorun sözüyle kendimi eczanede buldum. Nikotin sakızlarını komple ağzıma doluşturup nikotin bantlarıyla her yerimi bantladım. Ağzımda yumruk kadar sakızla, kargoya verilmek üzere bekleyen bir koliye dönüşmüştüm. Böyle de olacak gibi değildi.

Huysuzluklarıma tahammül edemeyen bazı dost bildiklerim, bana “bu kadar zorlama istersen, başka zaman denersin” gibi şeyler söylüyorlardı. Allahım ne güzel konuşuyorlardı, ağızlarını öpesim geliyordu. Fakat geri vites yapamazdım. Her şeyle baş etmişim, bi sigarayla mı baş edemeyeceğim. Kim lan o sigara, ne sanıyor kendini! Yiyorsa karşıma çıksın! İt!

Böyle böyle kendimi gaza getiriyor, kısa süreliğine de olsa içme isteğimi öldürüyordum. Sonsuza kadar sigara içmeme düşüncesine katlanamasam da pes etmeyi kendime yakıştıramıyordum. Hem ben ortamlarda herkese sigarayı bıraktım demiştim artık, ağızdan çıkmış bir laf vardı sonuçta.
Sabahın körüydü ve sabahın körleri asabımı çok bozuyordu. Yetmezmiş gibi bir de kalkıp işe gitmem gerekiyordu. Lanetler okuyarak evden çıktım. Kapıcıyla karşılaştım, bana günaydın dedi. Sanki böyle bir şey mümkünmüş gibi.

Yürürken bir yandan da İtalyanca mutlu yıllar nasıl deniliyordu diye düşünüyordum. Tüm Romalılara mutlu yıllar demeyi planlıyordum sanırım emin değilim. Son sigaramla birlikte aklımı da kül tablasına söndürdüğüm için hâl ve gidişatımda bir mantık aramıyordum artık. Tam o esnada koluma bir kuş sıçtı. Coşkuyla sıçtı. Böyle bir sıçışla nadiren karşılaşılır yani öyle acayip sıçtı. Bu duruma bir mânâ yükleyecek kadar eksik zekâlı değildim elbette. Derhal kolumu temizledim ve yürümeye devam ettim.

Herkes için sıradan bir sabahtı. Sigarasız hayat ne bileyim böyle bir tuhaftı. Hayat kısaydı. Kuşlar sıçıyordu.
.
Not: Bu yazı KAFA dergi Ocak 2016 sayısında yayımlanmıştır.
.