30 Eylül 2010 Perşembe

Tımarhane Notları / Hastanın Seyir Defteri II

.
Evet ne diyordum, aslında cama vuran yağmur damlalarıyla aram hiç iyi değildir. Ama çiçeklerim olunca sevdim şimdi. Bir tanesi çok güzel kokuyor. İnanın burnuma sokasım geliyor böyle. "İnsan kederlendikçe toprağa meyyali artarmış." Bunu bir yerden mi duydum ben mi uydurdum tam çıkaramıyorum şimdi. Ama öyle bir vaziyet hissediyorum kendimde. Kederlendikçe toprağa sarılasım geliyor böyle. Önümüzdeki bahar demo bir bahçe yapmaya karar verdim mesela. Şöyle her sebzeden iki kök. Doyumluk değil sevimlik. Başka bir yerinden okursanız bir nevi Nuh'un Gemisi. Hani belki de hiçbir şey olamamışların kralıyımdır diyorum ya kendime, aslında sebze peygamberiymişimdir belki de.

Yani diyorum ki kimse ölmemiş, kimse komalarda kalmamış olsa, ben böyle bir güzel motora binsem... Önce biraz böyle rüzgarı hissetsem... Sonra hızlansam... Hızlansam... Daha çok hızlansam... Nefes alamayacak kadar çok hızlansam... Sonra bir şey olsa... Ne olduğunu size anlatamayacak olsam...

Yok aslında bunu demiyorum.

Şöyle bizimkilerin bahçesinde, birkaç metrekarelik bir alana. Demo bahçeyi diyorum. Belki kiraz ağacının oraya. Hıhımm, bu güzel fikir. Niye gülümsüyorsunuz? Kirazlardan bahsedince aklıma babamın geldiğini anladınız di mi? Napolyon kirazlarıyla babamı o kadar özdeşleştirmişim ki artık Napolyon'u babam sanıyorumdur belki de. Yakında kirazın konumuzla bir ilgisi kalmayabilir yani. Napolyon'dan bahsetmeme şaşırdınız mı? Şaşırmanız şaşırtıcı. Akli melekelerimden endişelendiğiniz için burdayım bildiğim kadarıyla. Edebiyatta, akli melekelerinden endişe edilen insanlar genellikle Napolyon klişesi üzerinden tariflenir. Geçirdiğimiz onca zamandan sonra tarifinizi kolaylaştırmak boynuma borçtu, böyle düşünün.

Ancak aslını söylemem gerekirse iyiyim. Endişelendiğiniz hususta yani. Kabul, bir tımarhanedeyim ama siz tek tarafından bakıyor olabilirsiniz duruma. Yani şöyle tam karşınıza geçip baksanız, bu sefer Doktor Umuz ben oluyorum. Neyse, çiçekler diyordum.

Ya düşününce, çiçeklerden yeteri kadar bahsettim aslında. Şimdi dizime gelebiliriz. Bir şeyler olmuş işte dizime. Arka boynuz filan bir yerleri yırtılmış. Ama yani şimdi ben niye dizim böyle oldu diye bir sürü şey hatırlıyorum ki Doktor Bey? Yazık değil mi? Unutmak için canım çıkmıştı, biliyorsunuz. Yani kafasal durumum müsait olsa niye dayanmayayım ama yemin ederim benim de elimde avucumda bir şey kalmadı lan.

Lan derken sizi kastetmedim Doktor Bey. Lambayla ilgili kısma geçecektim kafam karıştı. Şimdi hemen konuya giriyorum, şu sağ tarafımda görmüş olduğunuz lambamın artık ışık ayarı var. İstediğim gibi açıp kısabiliyorum. Bu, an itibariyle benim için dünyadaki en güzel şey. Kısıp kısıp açıyorum. Böylece, kısmakla açmak arasında geçen zamanı düşünmüyorum. Bana verilebilecek en güzel hediye türü, düşünmemi engelleyecek şeylerdir. En azından kendi hayatımı düşünmemi. Bu sebeple bu cümlede bir teşekkür var. Sahibi gelsin alsın.

Bir de tıbbi adıyla ifade edecek olursam klozet kapağı sendromum vardı birkaç gündür. Klozet kapağı sendromu diye bir hastalık yok demeyin Doktor Bey, ilerleyen safhalarda sıçmamaya kadar varıyor durum çok afedersiniz. Takdir edersiniz ki sıçmamak, psikiyatri çevrelerinde kendine çok boktan bir yer edinmiş mühim bir hastalıktır. Bağlantıyı dikkatlice kuracak olursanız klozet kapağı sendromunu siz keşfedip psikiyatri dünyasının amına koyabilirsiniz. Uzatmayayım. Ben böyle henüz keşfedilmemiş sendromlarla boğuşmayayım diye, hacetimi giderdiğim yerlere hiç tiksinmeden eğilip klozet kapağını değiştiren bir arkadaşım var. Bilemiyorum, belki onu da ben yazıyorumdur. Belki oturmuş bütün bu beni o yazıyordur. Ancak her iki durum için de yakınlarımızda olması gerek Doktor Bey. Bence onu da buraya yatırmalıyız. Hem hazır gelmişken bu cümledeki teşekkürü de almış olur.

Anlatacaklarımın tamamı bu kadar değil Doktor Bey. Fakat dizimdeki ağrıyı ancak bir ceset izah edebilir şu anda. Uyusam iyi olacak.
.

21 Eylül 2010 Salı

Şu da var;

.
Kardeşim, kaza yerinde ambulansı arayıp telefonun karşısındaki görevliye kendi sağlığında bir sıkıntı olmadığını fakat benim bir ambulansa ihtiyacım olduğunu anlatabilmek için, şu anda dünyanın bütün dillerini biliyor olsam bile kelimelerle anlatamayacağım bir yüz ifadesiyle, "Yaa ben iyiyim de çevrem kötü." dedi sdsgdfgsfdgjds. Gerizekalı.
.

19 Eylül 2010 Pazar

Hastanın Seyir Defteri


Eski hali - Temsili resim--------------------- Yeni hali - mnskim :/

Takdir edersiniz ki bu bacakla salsa yapamıyorum. Eski haliyle de yapamıyordum aslında ama olsun, bence bu kısmına takılmamalıyız. Mesela şu an bacağım sağlam olsa kesin salsa yapabilirdim gibisime geliyor. Çok canım sıkılıyor lan, öyle böyle değil. Az önce sehpayı dişledim mesela. Farklı tatlar arıyor insan tabi :/ Gelen gidenler oldu elbette ama şu anda yapyalnızım mesela. Mutfaktan kokular yükselmeye başladı. Sabah ilaç içmek için su almaya gittiğimde -ki adeta Yeni Zelanda'ya yürüyerek gidip gelmişimcesine zorlu bir eylemdi benim için- ocağın üstünde, içinde çeşitli mikroorganizmaların koloni kurduğu bir çorba tenceresiyle karşılaştım. Kim yaptıysa artık... Geçenlerde "evimin anahtarı bir bende yok anasını satiyim" klişesini bire bir yaşadım mesela. Kapıda kaldım la :/ Son anahtarı da kaptırmışım. Yakında evimi ele geçiren insanlar tarafından buradan kovulabilirim. Can güvenliğim yok. Devlet buna bir şey yapsın :/

Arada bir böyle içime bi ürperti geliyor. Ayaklarım üşüyor filan. Kanım çekiliyor sanki tövbe yarebbim :/ Ölmem di mi lan :/ Ölürsem ağzınıza sıçarım bak. Daha göreceğim şeyler var benim. Allah öyle dedi bana. Kulağımı çekti bi ufak, ondan sonra da "hadi git kerata, daha güldüğünü görücem ben senin" dedi. Mesela işte benim Allah'ım böyle sevimli biri. Bir de biz onunla öyle resmiyetli sizli bizli dönemlerimizi çoktan atlattık. Araya bir sürü felaket girdi çünkü. Felaketlerde adab-ı muaşeret denilen bir şey yoktur. Yanisi bana öyle gelip dandik dundik inanç dünyamla ilgili nasihatlerde bulunmayın. Biz Allah'la bir biçimde anlaşıyoruz. Allahım n'aber? ::

Ha bir de rica ederim artık beni motor kullanıyor olmamla ilgili eleştirmeyin. Söyleyeceğiniz her şeyi en az üç bin kere düşündüm ben zaten. Sike sike tabi, yoksa düşünmeye çok meraklı biri olduğumdan değil.

Satırlarıma burada son verirken hepinize çok teşekkür ederim. Ama hiçbiriniz de gelip bulaşıkları yıkamadınız ya, piçsiniz olum lan :/
.
.

17 Eylül 2010 Cuma

Bana su verdi :/

.
Kardeşimle aile evinden İstanbul'a dönüyorduk. 10 dakika evvel bir yerde durup ufak bir kahvaltı ve beraberinde bir sürü geyik yapmıştık. Konuştuklarımızı düşünüyordum. Bir de atla motor arasındaki organik bağı. Birkaç yüzyıl önce doğsam kesin at binen bir kadın olurdum. Her neyse. Otoban çıkışında, sol şeritte fakat trafikten mütevellit maksimum 50 km hızdayken herifin biri küt diye arabasının burnunu önümüze çıkardı. Denge bozulunca bariyerlere doğru kaydık ve yoldan çıkarak devrildik. Düşmeden hemen önce hassiktir dediğimi hatırlıyorum. Böyle olacağından eminim, yani ölmeden evvel hassiktir diyeceğimden. Neyse, ölmedim. Dizimin üstüne devrildim ve bir miktar sürüklendim. Durabildiğimde ilk düşündüğüm şey arabaların altında kalmamak için yolun kenarına çekilmem gerektiğiydi ama dizim o kadar acıyordu ki kımıldayabilmem söz konusu değildi. Kardeşim ön tarafımda yatıyordu. Buraya kadarmış dedim. Birazdan arabalar üstümüzden geçecek...

Buraya kadar değilmiş. Ben o kısımlarını hatırlamıyorum pek ama kardeş arabaların durması için hemen motoru benim arkama çekip çantaları ortaya yığmış. Sonra yanıma geldi. Yüzü allak bullak. Ama iyi, herhangi bir yerinde problem yok yani. Benim derdime düşmüş. Ablacım iyi misin diyor ağlamaklı. İyiyim diyeceğim de ağzımı açtığım anda attan düşmüş gibi bağırabiliyorum sadece. Amına koyim çok acıdı lan. Pantolon yırtılmış tabi ama cesaret edip dizime bakamıyorum ki. Kesecekler bacağı sıçtık diyorum sadece. Arkamdan kollarımın altına girip beni yolun kenarına çekiyor. İşte asıl macera bundan sonra başlıyor.

Bir kadın arabasını durdurup yanımıza geliyor. Panik halinde. Sanki o kaza yapmış gibi şaşkın. Bana su veriyor. Ambulansı arıyor, ben götüreyim hastaneye diyor. Diyor da benim bacağı oynatabilecek bir pozisyonum yok. Ambulansı bekleyelim diyorum. Tabi böyle cümle kurarak diyemiyorum bunu o esnada. Çeşitli anırma tonlamalarıyla ifade ediyorum. Bekliyoruz. Bu arada bizi yoldan çıkaran orospu çocuğu dönüp arkasına bakmıyor bile. Başka bir kadın arabasının camından peçete uzatıyor elimdeki kanı görüp. Bir diğeri bir şişe su daha uzatıyor. Dilenci gibiyiz. Gelen geçen bir şey veriyor. Bu arada ambulans gelmiyor. Kardeşimin yüzünün halini görünce bağırmayı kesiyorum. Sonra şu dizime bir bakayım diyorum. Görünce bir çığlık daha. Kemik görünüyor la, beyaz beyaz böyle. Tam beyaz da değil de kemik rengi işte :/ Etrafında kot ve asfalt parçaları yapışık. Olum annem ağzımıza sıçacak diyorum kardeşe. Sıçılmayacak gibi değil, akılsızlığımıza doymayalım. Ama yemin billah ederim bizim bir kabahatimiz yok. Adama zorla kaza yaptırıyorlar bu mına goduğumunun memleketinde. Kaskı bir kenara fırlattım. Üstümdeki montu böyle cımıra cımıra yerden yere vurdum. Kalkabilsem motoru da dövücem ama kalkamıyorum tabi. Sinirden gebericem. Herifin biri yerdeki debelenmemi görüp arabasının camından dalga geçer gibi "nööldü" diye bağırıyor. Ebenin amı oldu diyorum. İnse sikicem o haldeyim. Sonra bir adam geliyor. Dizime bakıyor, ayağıma bakıyor, elime bakıyor. Duruyorum çünkü belli ki o doktor. O da ambulansı arıyor. Böyle bin tane daha muhabbet yaşıyoruz. Ama ecdadını siktiğiminin ambulansı gelmiyor bir türlü. 1 saatten biraz daha fazla bir zaman yolun ortasında çeşitli komiklikler eşliğinde belkiyoruz. En son kardeşe diyorum ki yardım etmek isteyen arabalardan birine binip gidelim, asfaltta oturmaktan sıçalak olucam bu gidişle.

Biniyoruz birine. Bizi Göztepe Eğitim Araştırma'ya götürüyor. Beni daha doğrusu, kardeş arkada motorla geliyor yine mecbur. Orada yaşadıklarımın tamamını size anlatamam. Böyle hastane olmaz olsun. Şöyle diyeyim, bir buçuk saat kadar bana hiçbir müdahelede bulunmadılar. Murat K. diye bir doktor vardı, yemin ederim şimdi elime verseler oturduğum yerden etlerini didiveririm herifin. Hipokratlar siksin onu inşallah. Neyse sonra film sonuçları geldi, kırık çıkık yokmuş. Biz kardeşle sevinçten zıplamak istedik de benim diz haşat olduğu için mümkün olmadı. Sonra lutfedip pansuman yapmaya karar verdiler. Böyle bir pansuman olamaz. Haluk abi diye bir hasta bakıcı var, asfaltın alabildiğine zımparaladığı dizimi baticon döktüğü gazlı bezle bir temiz keseliyor. Acıdan kalp krizi geçiricem nerdeyse. Adamın koluna yapışıp kurban oliyim bırak diyorum. Bırakmıyor. Öyle gözüm dönüyor ki kanayan elimi komple sırtına sürüyorum bunun. Önlüğünün ebesini siktim. Hak etti ama. Adama dedim ki, herkesi unutucam da Haluk abi dedim, seni katiyen unutmicam.

Neyse işte böyle. Evde yatıyorum şimdi. Korkudan aneye söyleyemediğimiz için anne bakımı lüksünü yaşayamıyorum. Annemin bir motor kazasını daha kaldırabilecek durumu yok, bir de çok kötü sövüyor la :/Az önce belki işe yarar diye dizimi yalamaya kalktım. Yalaya yalaya iyileştiririm belki. Bugün ağrılarım daha fazla. Öyle ki çişim gelince göz yaşlarıma hakim olamıyorum :/ Ziyaretime gelizleyin. Yemek yapın su getirin beni oyalayın ay bir şeyler yapın :/

Not: Bana su veren o kadına, beni hastaneye götüren Zeki Bey'e, bana pirensesler gibi bakan Adile Naşit anaçlığındaki biloma, kendinden önce beni düşünen canım kardeşime, çikolatalı frambuazlı pastamı eksik etmeyen güzel arkadaşım Nurdan'a ve geçmiş olsun diyen ve diyecek olan herkese pek çok teşekkür ederim.

Notto: Bana emeği geçen, ambulansından doktoruna, hasta bakıcısından eczacısına tüm sağlık personelinin amına koyim.
.

12 Eylül 2010 Pazar

Entel'iniz bu şapkanın altındadır.


Ne var be ne var! Benim canım sıkılamaz mı :/
.

11 Eylül 2010 Cumartesi

Tımarhane Notları #13

.
Dr. Umuz Bey, köşkün asma balkonundan yaptığı rutin konuşmasına, her şeyin ölçülü olması gerektiğini söyleyerek başladı. Gerisini dinlemedim. Kimseye belli etmeden, ardında deniz olduğundan kuşku duymadığım duvarın önüne geçtim ve ölçüp biçtim.

O adamı tam tamına 3 kilo sevmiştim. Benim için iyi bir rakam sayılır bu. Sonra işler sarpa sardı. Bu deyimi ilk olarak hangi durum için söylediler bilemiyorum ama gönül işleri için ziyadesiyle kullanışlı. Çünkü işin içine gönül girince işler hep sarpa sarar. Bundan sonra birini sevmek için böbreğimi kullanacağım.

Sevmek derken ölüp bitmekten söz etmiyorum. 3 kilonun içine pek fazla şey sığmıyor. Ama yine de mesela komaya filan girse ben ona bakardım. Komaya giren birine bakmak gerekir çünkü. Umarım hiçbir zaman komaya girmez zira etrafımız komaya giren adamlara bakmak istemeyen kadınlarla dolu.

Camilla’yı anlatmıştı bana. Camilla’yı biliyor musunuz? Keşke bilseniz. Keşke Fante’nin değil onun anlattığı gibi bilseniz. Acaba Camilla’yı anlatırken mi sevdim onu yoksa Muhteşem Kraliçe’yi izlerken mi? Kronolojik bir tespit yapabileceğimi sanmıyorum. Zaten hafızam pek iyi değildir. Ancak bir şey, başka bir şeyle mutlaka bağlantılı. Hepimiz zincirleme hayatlar yaşıyoruz. “Kederli günlerde bağlanmaya daha açık oluyor insan” diyor ya bir yazar, belki de sırf bundan.

O beni sevmedi, biliyorum. Belki başka birini sevdiği için belki bende sevecek bir şey bulamadığı için belki de her neyse işte. Olan bitenlere sebep aramayı çoktan bıraktım. Ama bu benim ilk sevilmeme tecrübem. Dolayısıyla ne yapacağımı bilemedim. Daha evvel geçmediğiniz bir yoldan geçiyorsanız hata yapma ihtimaliniz yüksektir. Trafik böyle diyor. Mutlaka hata yapmışımdır.

Gitmeye karar verdiğini telefonda söyledi, bu kısmının şık olmadığını kendisi de kabul ediyor. Dünya başıma yıkılmadı. Benim için kayda değer bir felaket haberi sayılmaz. Ama sinirlendim, o haldeyken ölçemedim tabi ama sanıyorum 5 okka kadar. Sinirlenecek bir durum olduğundan değil, yapabildiğim en iyi şey bu olduğundan. Her neyse, gecenin bir vaktiydi ve sokaktaydım. Gecenin bir vakti sokakta gördükleri kadınları bir takım evlere ya da otellere sokmak isteyen herifler var. Ancak üstümde bir ev olmaması, içimde 3 kiloluk bir boşluk ve 5 okkalık bir sinir olmadığı anlamına gelmez. Beni bir eve ya da otele davet eden o herif, sanıyorum artık hiçbir kadını bir eve ya da otele davet etmeyecektir.

Yol boyu şarkı söyledim. Şarkı söyleyerek yürümek yolun kısalmasına neden olur. Aslında yolun kısalmasını istediğim filan yoktu. Sadece aklıma daha iyi bir fikir gelmediği için. Sonra eve geldim. İlk işim banyoya gidip benimkinin yanında duran diş fırçasını çöpe atmak oldu. Benimkilerin yanında durmayan dişler için bir fırça bulundurmam gerekmez. Bunu size diş fırçasına bir anlam yüklediğim için değil dönmeyeceğinden ne kadar emin olduğumu belirtmek için anlatıyorum, yaklaşık 7 litreye denk düşüyor bu. Sonra salona geçip 9 metre düşündüm. Aklıma babaannemin ineklerinden başka bir şey gelmedi.

Sonra günler geçti. Günler siz geçmesini isteseniz de istemeseniz de geçer. Akan zaman boşluklara doğru dolar bir biçimde. Doktor Umuz hesapladı, bu sabah itibariyle ondan geriye 750 gram’lık bir boşluk kalmış. Bazen üzülüyorum elbette. Ama harici hayatımda yaşadıklarımdan dolayı tam olarak neye üzüldüğümü hiçbir zaman bilemediğim için pek üstünde durmuyorum. Yine işe gidiyorum. Yine eve dönüyorum. Yine arkadaşlarımla buluşup saçma sapan şeylere gülüyorum. Hala çok kötü fotoğraflar çekiyor, hala çok kötü yazılar yazıyorum.

Dediğim gibi, günler geçiyor işte.
.